"Alevi'yim, Komünistim, Allahsızım..."
"Alevi'yim, Komünistim, Allahsızım..."
Fehmi SALIK
“Sözcü Gazetesi” yazarı Emin Çölaşan, bir okuyucusundan gelen “mesaj”a “Alevi ve komünist değilim; Allahsız hiç değilim” diye yanıt vermiş; yanıtından sonra şu yorumda bulunmuş: “Adam Alevi, komünist, Allahsız olmayı suç olarak görüyor.”
Gencin “mesajı” şöyle:
“AKP, hiç mi iyi bir şey yapmadı? Bence siz, doğruyu görmek istemiyorsunuz. Belki Alevisiniz, belki komünist, belki de ateist.(Allahsız)
İnsanın bu tür soruları ve yorumları işittiğinde aklına hemen yazıya başlık olan yukarıdaki tümceyi birkaç kez yinelemek geliyor:
“Ulan Alevi’yim, komünistim, Allahsızım! Var mı bunun ötesi? Hem size ne?”
Emin Çölaşan’ı bizim kuşak yakından tanır; onun Alevi, komünist ve ateist olmadığını iyi bilir. Sanırım yaptığı yorum, genç kuşaklar içindir.
“Turgut Nereden Koşuyor”un yazarı, bana göre okuruna gereken yanıtı verememiş; kurduğu tümcenin başına “yemin kavramı”nı içeren “vallahi ve billahi” sözcüklerini de eklemeliydi. Yani tümce şöyle kurulmalıydı:
“Vallahi de billahi de Alevi ve komünist değilim; Allah’sız hiç değilim.”
Kendisine soru soranı, o zaman inandırabilirdi işte. Verdiği yanıt böylece inandırıcılıktan yoksun kalmış.
Emin Çölaşan’ın yorumuna gelince, şöyle gerilere dönüp bir bakmamız gerekir:
“Alevi ve komünist olmayan; hele hele “Allah”ı dillerinden hiç düşürmeyen; nice ünlü yazarlardan, şairlerden, siyasilerden, sunuculardan Alevi olduğumuz için, komünist olduğumuz için, ateist olduğumuz için az mı kınandık; az mı hakarete uğradık; az mı derimiz yüzüldü; az mı başımız gövdemizden ayrıldı; az mı darağacını boyladık ve 21. yüzyılda az mı yakıldık?
Cumhuriyet öncesi bir yana da; Cumhuriyet sürecinde de Kürtler, Aleviler ve gayrimüslimler, sözü edilen bu insanlık dışı olayları yaşamadılar mı?. Cumhuriyet’in anlı şanlı yazarları/şairleri yazdıkları kitaplarda Kürtleri, Alevileri hakaret içeren yorumlarıyla dışlamadılar mı? Sahnelerde halkları sömürerek elde ettikleri kazancı kumarhanelerde tüketen sunucular, bu inanç ve etnik yapıya sahip olanlarla alay etmediler mi? Ülkeyi yöneten iktidarlar, bu alanda birer göz boyama yarışçısı, kesilmediler mi?
Şimdi o gencin, o gençlerin Emin Çölaşan’a o tür sorular sorması ve böylesi yorumlarda bulunması gayet doğaldır. Suçu o gençlerde değil, onlara bayraktarlık yapanlarda, bu yolu izleyenleri kalemleriyle, eylemleriyle destekleyenlerde; bu çağa yakışmayan bu kokuşmuş sistemde aramak gerekir.
Bu tür düşünce sahipleri değil miydi bizlere Müslümanlık parmaklarıyla yer gösteriyorlardı: “Moskova’ya, Moskova’ya!” diye bağırıyorlardı? Sözü edilen o parmaklarını çamura batırıp alnımıza “K” sessiziyle başlayan damgalar vuruyorlardı. Bu “K” sessizinden kimimizin alnında bir, kimimizin iki, kimimizin de üç tane vardı. Ben “üç sessizliler”in arasındaydım. Diyarbakırlıydım ya: “Kürt’tüm, Komünist’tim, Kızılbaş’tım.” Babalarından/analarından daha çok emek verdiğim kimilerinin, ardımdan “Merttir, güvenilirdir, ne yazık ki Kızılbaş’tır” yorumlarını işitip işitmezlikten çok geldim.
Hep söylüyorum: Suç gençlerde değil; suç, bu çarpık, bu çürümüş eğitim sistemindedir. Bu topal, bu yanlı uygulanan eğitim izlencesi sonucu elde edilen ürün de ayırımcı, tekçi, dışlayıcı olacaktır elbet de.
Şimdilerde görüyorsunuz işte, bizi yönetenlerden bir başbakan yardımcısı, (Bülent Arınç) gençleri toplayıp onlara yalan yanlış düşünceler aktarabiliyor. İdam edilen “üç fidan”nın ikisinin adını verip, üçüncüsünü söyleyemiyor. “O diğer çocuk” diyor. “O diğer çocuk ha?” “O diğer çocuklar”ın zamanında sen ve daha üsttekiler, üniversite kapılarına yaklaşamıyordunuz. Şimdilerde “vatansever” oldunuz. İdam edilen gençlerin arkasından konuşuyorsunuz. Sözüm ona onların pişmanlıklarını dile getiriyorsunuz. Onlar pişmanlık duymadılar hiç. Onlar, çıktıkları idam kürsüsünü kendileri tekmeleyip ölüme meydan okuyan kahramanlardı. Asıl “yurtsever” onlardı. Onlar, “ser verip sır vermeyen” yiğitlerdi. Tarih, onların adlarını “onurlular listesi”ne altın harflerle yazacaktır. Bir “Hüseyin İnan, bir Yusuf Aslan, bir Deniz Gezmiş, bir Mahir Çayan ve arkadaşları, bir İbrahim Kaypakkaya “gençlik” var oldukça, gençliğin önderleri olarak anılacaklardır hep. Ya siz, evet ya siz?
Yineliyorum:
Bizleri yönetenler, tarihsel olayları böylesine çarpıtarak gençlere aktarırlarsa, bu yalanlar karşısında kimsenin kılı kıpırdamazsa, bu rüzgâr hep böyle eserse, gençlerin sorduklarına “ünlü” sayılan yazarlar tarafından bu denli “tövbeli yanıtlar” verilmeye kalkışılırsa, “bu bulgur, daha çoook su kaldırır…”
Alevi Haber Ajansı - 9 Ağustos 2011