Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. Seyyid Hakkı, 1965 Dersim doğumlu ve Ehli Beyt yazarı, Seyyid Seyfettin Ocağı evlatlarındandır. Aşk ile Canlar...
Seyyid Hakkı
Seyyid Seyfeddin Ocağı

Kerbela Vakası, İbni Mülcem, Verdan ve Şebib



Kerbela Vakası

Yüzü simsiyah sarılı olan adam, devesinin yularını çekti, durdu. Oradan geçen bir ihtiyara sordu:

Selam, ya Baba! «Yetim » Kabilesinden Kuttame’nin evi hangisidir?

İhtiyar, yorgunluktan bacakları titreyen, ceylan gibi hecin Devesine göz gezdirdi; asasına (Elde kullanılan, baston...) dayanarak cevap verdi;

Selam, sana olsun... Kuttame, hani şu babası kocası, kardeşi, Nehrivan savaşında ölen kadın değil mi?

→Evet.....

→Haaa.... işte... şu sokağın solundaki kapıyı çalarsın. Kuttame’nin evi, orasıdır. Deven çok yorgun, galiba uzaktan geliyorsun?...

Devenin üstündeki adam, bu soruya cevap vermedi. Elindeki ince hurma çubuğunu şidetle devenin karnına indirdi.

 

Narin hecin devesi, ok gibi ileri fırlarken: Allah senden razı olsun, ihtiyar... diye söylendi.

İhtiyar gülümsedi: Kefiyesiyle yüzünü sımsıkı kapamış ama, genç bir adam olduğu, sesinden belli. Nereden geldiğini söylemek işine gelmedi.... eh ... zaten Kuttame’nin evini arayanların hangisi nereden geldiğini söyler? Mutlaka bu da onlardan biridir. Belki de çöl kabilelerinden birinin genç başkanı, dedi.

Yoluna devam etti.

 

Ağzından köpük saçılan hecin devesi, bir kapının önünde durdu. Devenin üstündeki adam, elindeki çubukla kapıya vurdu.

Kapıyı ihtiyar bir adam açtı. Önce, yüzü kapalı adama; sonra, yorgun deveye baktı.

→Selam!....

İhtiyar, selam sana olsun.

→Kuttame’nin evini arıyorum.

İhtiyar, burası.

→Tanrı misafiriyim.

İhtiyar, hoş geldin... safa geldin... buyur.

Yüzü kapalı adam, deveyi ıhtırmaya (Deveyi çöktürmek) gerek görmeden büyük bir çeviklikle yere atladı. İhtiyar adam, devenin yularını aldı: Arkamdan gel.... diye mırıldandı.

 

Kapıdan girdiler. Büyük bir avlunun sonuna doğru ilerlediler. İhtiyar adam, devenin yularını, genç bir kıza verdi.

Misafir odasının kapısını açarak: Buyurun! dedi.

 

 

İbni Mülcem(İbni Mülcem; Mülcem’in oğlu)

Konuk, içeri girdi. Yüzünü sımsıkı kapayan kefiyenin ucunu indirdi. İhtiyar adamın kulağına eğilerek: İşim acele... bir an önce Kuttame’yi görmek isterim... dedi.

 

İhtiyar, bu adamın yüzüne göz gezdirdi. Bu sert yüz, ona yabancı gelmedi: Sübhanallah... ben seni tanıyacağım. Ama zihnim o kadar dağınık ki, bir türlü hatırlayamıyorum. Neyse, madem Kuttame’yi görmek istiyorsun; gidip kendisine söyleyeyim... diye cevap verdi.

Birkaç dakika sonra, Kuttame geldi.

 

Konuk, bu kadını görür görmez, hayretini gizleyemedi: Hey, kaadir Allah!... Neler yaratmaya muktedirsin. Bu kadını, insanların kalbini altüst etmek için mi yarattın? dedi.

Kuttame, buna benzer sözleri çok işitmişti. Onun için hiç duymamış gibi görünmüş; konuğuna selam vermekle yetinmişti.

 

Selam... Hoş geldin.... Beni görmek istemişsin.... Buyur, otur...

→Selam sana, ya Kuttame... Evet, seni görmeye geldim. Sana, Bekir Said oğlu Amr’dan selam getirdim.

→Yaaa.... Demek Mekke’den geliyorsun?

→Evet, Mekke’den geliyorum.

→Uzun yol... görüyorum ki, çok yorgunsun... Biraz dinlen... Sonra konuşuruz.

→Hayır, Kuttame... Dinlenmem, ancak konuşmamıza bağlı. Eğer görüşeceğimiz şeyde anlaşırsak, burada kalacağım. Yoksa, kendime başka bir yer arayacağım.

→Allah, Allah... Demek pek önemli bir iş için geldin...

→Evet, Kuttame... Hem önemli, hem de gizli bir iş için geldim.

→Şu halde, buyurun.... Konuşalım.

→Ama, konuştuklarımızı hiç kimse duymamalıdır.

→Bundan emin olabilirsin.

Kuttame kapının önüne gitti: Ya... Hadi!... diye seslendi.

 

O ihtiyar adam geldi. Kuttame, bu ihtiyar köleye bazı emirler verdi. Sonra, konuğun yanına gelip, karşısına oturarak: Şimdi, istediğiniz gibi konuşabiliriz... dedi.

 

Konuk, söze girişti: Önce, beni tanıman gerek; Kuttame.... Ben, Mülcem-i Muradi’nin oğlu Abdurrahman’ım.

 

Fakat sen.... Mekkeli değilsin. Galiba, Mısırlısın. Konuşmandan belli.

→Evet, Mısırlıyım. Fakat, birkaç yoldan beri Mekke’de oturuyorum.

→Demek kocamın yeğeni olan Amr’ı oradan tanırsın?

→Evet .... Yanlız onu değil, Nehrivan savaşında ölen babanı, kocanı ve kardeşini de tanırım.

 

Kuttame, derin derin içini çekti. Gözlerini önüne indirerek: Canabı Hak, cümlesine rahmet etsin.... dedi.

 

Abdurrahman, bir saniye sustuktan sonra, sözünü devam etti: Şimdi.... Böyle acele buraya gelmekteki amacımı söyleyeyim: Halife Ali ölüme mahküm edilmiştir.

 

Kuttame titredi. Başını birdenbire kaldırarak, içinde kıvılcımlar parıldayan koyu ela gözlerini Abdurrahman’ın gözlerine dikti: Ne dedin?... Ali, ölüme mi mahküm edildi?

→Evet.....

→Kimin tarafından?

→Bizim tarafımızdan.

→Ama onu kim öldürecek? Buna, kim cesaret edebilecek?....

→Ben.....

 

Kuttame, bir daha titredi. Başını Abdurrahman’a doğru biraz daha eğdi. Uzun kiprikleri arasından pırıldayan iri gözlerini onun simsiyah gözlerine dikti. Abdurrahman’ın gözleri, bir çelik bıcak gibi sert ve keskindi.

 

Kuttame, birdenbire bir şey söylemedi. İşittiği o bir tek kelime, ona çok derinden ve hatta inanılmayacak bir söz gibi gelmişti.

 

Nasıl? Sen mi? Ali’yi, sen mi öldüreceksin?....

Abdurrahman, en şupheli kalplere bile bir anda inanç veren bir kesinlikle cevap verdi: Evet ben!...

 

Kuttame, şaşırdı. Gözleri bir kaç saniye daıgın dalgın etrafında dolaştı, sonratekrar Abdurrahman’ın o derin ve siyah gözlerine bakarak mırıldandı: Ya İbni mülcem! Anlat bana: Bu işe kimler karar verdi? Bu karar nasıl uygulanacak?

 

Ya Kuttame! Mesele, gayet basit.... İslamiyet, peygamberin zamanındaki mutluluk ve içtenliğini kaybetti. Araya, ayrılık ve ara bozukluğu girdi.... buna sebep olanlar da, başlıca üç kişi.... Bunlardan biri, Şam Valisi Muaviye, öteki Mısır Valisi Amr İbni As, üçüncüsü de, Halife Ali... Bunlarınvücudu bir anda kalkmadıkça, İslam rahat ve huzur yüzü görmeyecek. Savaşlar ve ölenler yüzünden de İslamiyet, kuvvet ve şevketini kaybedecek.... Derin bir felaket uçurumuna sürüklenip gidecek...

→Doğru....

→Muaviye, entrikacı ve haris.... Amr İbni As, zalim ve hilekar... Ali ise, şahsen mertliğine, yiğitliğine, bilgisine, irfanına, zekasına rağmen bunlarla mücadele hususunda ehliyetsiz....

 →Çok doğru....

→Sen, zeki ve akıllı bir kadınsın. Muaviye ile Amr ibni As’ın Ali2yi nasıl bir tuzağa düşürdüğünü bilirsin.

→Evet... hem de, çok iyisini bilirim.

→Ali’yi bu tuzağa düşürmemek için, kimlerin ortaya atıldıklarını da tabii unutmadın?

→Unutulur mu hiç?

→Ali, bunu taktir etmedi. İslamiyetin geleceğini tehlikede görenlerin sözlerini dinlemedi.Nehrivan’da onların üzerine saldırdı. Birçoklarını kılıçtan geçirdi

→Doğru...

→Orada, senin baban, Ali’nin kılıcı altında can vermedi mi?......

→Evet....

→Kardeşin?...

→Evet....

→Ya kocan?....

→Evet.....

 

Kutame, derin derin içini çekti. Kipriklerinin ucunda yaşlar parlayan gözlerini, odanın nakışlı duvarlarında gezdirdi. Titreyen dudaklarıyle, sözünü tamamladı: Evet... Hepsi, kurban gittiler.

 

İşte Kuttame.... şimdi intikam saati geldi. Biz, bu üç adamın yüzünden dökülen kanların intikamını alacağız. İslamiyeti, düşmekte olduğu felaketten kurtaracağız.

 

Kuttame’nin gözleri, bir kat daha parladı. Abdurrahman’ın gözlerini kamaştıran o emsalsiz derecede güzel yüzünde, acı bir kinve kırgınlık gölgesi dolaştı. Titreyen dudakları arasında: Evet.... boş yere dökülen kanlar... Babamın, kocamın, kardeşimin kanları... bütün bunlar, benim kalbime aktı. Bu intikamı; ben düşünmedim mi sanki..... Fakat ne yapayım ki, aciz bir kadınım. Bir şey yapamadım. Yanlız, göz yaşlarımın arasında boğuldum, kaldım... diye mırıldandı.

 

Abdurahman’ın başı, Kuttame’ye doğru biraz daha uzandı. Sözleri, adeta bir fısıltı halini aldı: Kuttame... hiç üzülme... o intikamın alındığını göreceksin ve buna sen de katılacaksın.

→Nasıl?....

→Nasıl mı? Anlatayım: mr ve Abdullah’ın oğlu Berek.... üçümüz, o üç adamın öldürülmesine karar verdiğimiz zaman, kur’a çektik. Ali, bana rastladı. Kocanın yeğeni Amr: «Ali’yi öldürmek, o kadar kolay değildir. Kufe’ye gider gitmez doğruca Kuttame’ye git. O, sana yardım eder» dedi. Ben de, doğruca sana geldim. Eğer bana yardım edersen, senden iki şey istiyeceğim. Yok, bu işe girmek istemezsen, başka yere baş vuracağım.

 

Ya ibni Mülcem!... Sana yardım etmez de kime ederim. Kalbi, babasının, kocasının, kardeşinin ölüm ateşiyle yanan bir kadın, hiç böyle bir yardımdan kaçar mı? söyle, ne istersin?... Tek sen, benim kalbimde yatan o sevgili ölülerin intikamını al. Bütün varlığım senin....

 

Ala... senden şimdilik fedakarlık bekliyecek değilim, Kuttame.... önce bana iki yardımcı bulmanı istiyeceğim. Bu bir...

→Kolay...ikincisi?

→İkincisi... Ali, beni tanır. Tam öldürme günü ve saati gelinceye kadar ortada gezip, Ali’nin gözüne ilişmeyelim.

→Bu da kolay.... Evim, tamamıyla senindir. İstediğin gibi yer, rahat rahat yatar, kalkarsın... başka?

→Başka.....

 

Haa... o halde, üçüncüsünü de ben ekleyeyim.... Kuttame, bir kaç saniye düşündü. Sözüne devam etti: Ya ibni Mülcem!... Servetime ve güzelliğime olanlardan şimdiye kadar yüzlerce kişi, benimle evlenmek istedi. Bunların arasında nice kabile başkanları, nice tanınmış adamlar vardı..... bunlardan hiç birinin teklifini kabul etmedim. Hepsine, ret cevabını verdim. İşte şu anda, sana söz veriyorum: Eğer Ali’yi öldürmeyi başarır da, benim babamın, kocamın ve kardeşimin intikamını alırsan, derhal seninle evlenirim ve bütün servetimi de uğruna feda ederim (Bazı tarihlerde şöyle yazarlar: “ibni Mülcem, Kuttame’ye aşıktı. Onunla evlenmek istemiş, o da şu şartları koşmuştu: “Benimle evlenmek içinüç bin dirhem para, bir köle, bir cariye, bir de Ali’yi öldürmek lazımdır”. “ibni Mülcem, bu şartları kabul etti.” (Teberi, Ravza, Handika.), dedi.

 

İbni Mülcem, bu teklif karşısında birden bire sersemlendi. Ne cevap vereceğini kestiremedi ve ancak birkaç dakika düşündükten sonra: Ya Kuttame.... Tanrıya ahdolsun..... Cehennemin bütün zabanileri karşıma dikilse..... önüme Kaf dağından setler çekilse.... bütün vucudumun etleri, kemeikleri lime lime kesilse, Ali’yi öldürmeden geri dönmiyeceğim. Elverir ki, sen de sözünden dönme... dedi.

 

Kuttame, ellerini göksünün koyarak: işte... Tanrıya ahdediyorum ki, katiyen sözümden dönmiyeceğim. Ali’yi öldürdüğün, kanlı kılıc getirip de önüme koyduğun dakikada senin olacağım.... Tamamiyle müsterih ol.... cevabını vermişti.

 

Verdan ve Şebib

Kuttame, ibni Mülcem’i, evinin en güzel odasına yerleştirmişti. Sonra, akrabasından, Verdan adında bir genci de evine getirmiş; İbni Mülcem’e takdim etmişti.

 

Verdan, Kufe’nin en cesur ve en kuvvetli gençlerinden biriydi. Böyle olmakla beraber, o, bu cinayete katılmakta tereddüt etmiş: Nasıl? Ali gibi, kahraman ve eşi bulunmaz kuvvetli bir adamı, bir saldırıyla öldürmek mi? ben, bunu imkansız görüyorum... demişti.

 

Fakat, ibni Mülcem, hazırladığı planı uzun uzadıya anlattıktan sonra: Şu kılıcı görüyormusun? Ben, bunu günlerce zehirle biledim. Bu kılıcın, Ali’nin vücudunda küçük bir yara açması bile onun ölümüne yeter..... diye cevap vermiş, Verdan’ı kendisine katılmaya güçlükle razı edilmişti.

 

Ama, Verdan kendisiyle ibni Mülcem’in kudretini de yeter görmemişti: Bu işe, üçüncü bir ortak da gerek. Çünkü Ali’ye cepheden hücum edilemez. Muhtelif taraflardan hücum edilerek onu şaşırttıktan sonra, gerçek darbeyi indirmeli..... demişti.

 

İbni Mülcem, kişilerin çoğalmasının bu sırrı meydana vuracağından korkarak endişesini Vardan’a söylemişti. Vardan, ibni Mülcem’in telaşını yatıştırmış: sana öyle bir adam tanıtacağım ki, ondan da benimkadar emin olabilirsin, o da Ali düşmanlarından biridir..... cevabını vermişti.

 

Ertesi gün, Şebib bin Becire adında birini getirerek ibni Mülceme takdim etmişti. Bu üç ortak, baş başa vermişler, yapacakları cinayeti müzakereye girmişlerdi.

 

Şebib, acele etmiş, hemen işe girişmek istemişti. Ama ibni Mülcem: Hayır, olmaz.... Arkadaşlarla verdiğimiz karar kesindir. Ali, Muaviye ve Amr ibni As; her üçü de aynı günde can vereceklerdir. Onun için Ramazan’ın 19’uncu geçesini beklemek zorunluğu vardır. (Bazı tarihler, 17 Ramazan demişlerdir.) Fakat siz, o zamana kadar boş durmayınız. Kendinizi belli etmeden, Ali’nin etrafında dolaşınız. Onu kolaylıkla öldürecek ve sonra da bizim kaçmamıza yarayacak bir plan hazırlayınız.... demişti. 

 

 

Kitap: Kerbela Vakası –Ziya Şakir

Ekleyen: Seyyid Hakkı

Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. * YouTube, Alevilikte inanç-Seyyid Hakkı kanalımız: https://www.youtube.com/user/YediDeryaSohbeti62 * YouTube, Hakk Dergahı TV kanalımız: https://www.youtube.com/@hakkdergahitv8618 * Facebook, Hakk Dergahı muhabbet grubumuz: https://www.facebook.com/groups/244039227002241 * Fcebook, Hakk Dergahı Ilim Irşad sayfamız; https://www.facebook.com/profile.php?id=100057353323519 * WEB sayfamız, Alevilikte Inanç-Seyyid Hakkı; https://www.alevilikte-inanc.de/ * Facebook, Seyyid Hakkı özel sayfamız; https://www.facebook.com/SeyyidHakkiAL/ Aşk ile Canlar...