Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. Seyyid Hakkı, 1965 Dersim doğumlu ve Ehli Beyt yazarı, Seyyid Seyfettin Ocağı evlatlarındandır. Aşk ile Canlar...
Seyyid Hakkı
Seyyid Seyfeddin Ocağı

22-Allah ile aldatmanın ilk adımı, Allah ile aldatma aracı olarak korku



Allah ile aldatmanın ilk adımı ‘Allah ile iskat’

Başlıktaki ‘Allah ile İskat’ tabiri, İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif’in bir dizesinden alınmıştır. Arap alfabesindeki ‘Kaf harfi ile, İskat, süküt kökünden bir kelimedir. Susturmak, suskun-konuşamaz hale getirmek anlamında kullanılır. Akif de aynı anlamla kullanmıştır.

 

Allah ile iskat, Allah’ı paravan ve baskı aracı gibi kullanarak insanları susturup sindirmek şeklinde beliren ve faturası kutsala çıkarılan bir zulümdür. Bu zulmün tarih içinde en kahırlı ocağı engizisyon oldu. ikinci sırada bizim yobazlık kurumu gelir. Günümüzde bu işi, hem engisizyonun hem de yobazlık kurumunun varisleri olan siyasal İslamcılar yürütmektedir.

 

Zulme, karanlığa, bilgisizliğe, baskıya, miskinliğe karşı çıkmayı iman adamının varoluş  borcu sayan Akif, ‘kutsal İsyanla’, kutsala fatura edilmiş iskatın yer değiştirmesini, dünyasını, üstlerine çöken yapışkan ölüm uykusuna karşı haykırmaya çağırır.

 

Kur’an’ın tanıttığı Allah, susup pusmayı değil, konuşup düşünmeyi, ardından da eyleme geçmeyi ibadet saymaktadır. Susup pusanlarındoldurduğu bir dünya, zulmünegemen olduğu bir dünyadır. Ve Kur’an’ın biricik düşmanı, zulümdür: “Kin ve düşmanlık sadece zalimlere karşı olacaktır.” (bakara, 193)

 

Allah ile iskat bir koyu zulümdür, bir koyu karanlıktır. Esasen zulmün kelime anlamı da ‘karanlık’tır. Bu yüzdendir ki, kitleyi bilgisizliğin karanlığında tutmak, insana en büyük zulümdür. Akif, Allah ile iskat deyimini kullandığı şiirin girişine Kur’an’ın şu ayetini koyarak bu gerçeğe parmak basmıştır: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9) Ve söze şöyle başlamıştır: “Olmaz ya... Tabii... Biri insan, biri hayvan.”

 

Allah ile iskat zulmünün doruk noktaya varması, bu zulmün bütün değerleri yozlaştırılmasıyla sonuçlanır. Din alanında bunun adı, Hz.Ali (Ölm. 41/661) tarafından, Emevi zulmünü tanıtmak için kullanılmıştır: “Din elbisesini tersine giymek.” Şöyle diyor Canabı Ali: “Emeviler din elbisesini giydiler ama tersine çevirip öyle giydiler.”

 

Ağzını açan herkesi, Allah ile susturmaya kalkanlar, din elbisesini bütün topluma tersine giydire giydire müslümanları felaketlerin kucağına ittiler. Elbise mükkemel elbise ama giyen tersine giydiği için sahibini vezir etme yerine rezil ediyor. Ve bu rezilliği gören gayrimüslüm kitleler İslam’dan da müslümanlar’dan da nefret ediyor.

 

Kilise, asırlarca Allah ile iskat ede ede, dinden nefret hummasına tutulan kitleler komünizmin kucağına attı.

 

Sonuç: Allah ile iskat yerine Allahsızlık ile iskata telim olmak şeklinde belirdi. Ne var ki, Komünizm, iskat zulmünü kutsala fatura etmediğinden, ömrü, engizisyon kadar uzun olmamıştır.

 

İnsanımız, dört asra yakın bir zaman, Allah ile iskat edenlerin kahrını çekti. Yüzyılda yakın bir zamandan beri buna, Allahsızlık ile iskat edenlerin baskısı eklenmiştir.

 

Üçüncü devre çok yaman, çok namert  bir devre. Bu devrede, yani iki binli yıllarda Allah ile iskat edenlerle Allahsızlık adına iskat edenler, siyasal ve ekonomik çıkarlar uğruna el ele vermiş durumda. Bu devrede kitlelerin işi zor, kaderi dikenli.

 

Bugün bizler, İslam’ın altın devri olan ilk dört yüzyılın tartışmaya açtığı meselelerin en çok yüzde onunu gündeme getirebiliyoruz. Yaratıcı düşünce can çekişiyor.

 

Dünya ile birlikte yepyeni bir sürece girmiş bulunuyoruz. İskatın namert tezgahına yenik düşmemiş mert, yürekli ve aydınlık kadrolar oluşturmak borcundayız. Bunun biricik yolu ise, sırasıyla, ‘bilinç, bilgi ve eylem seferberliği’dir.

 

Büyük ve kutsal bir isyana muhtacız. Mutlu rüyaların ardından doğacak erdirici şafak ancak zorlu bir çile berzahından geçildikten sonra doğabilir.

 

İnsanımızın Allah ile aldatılıp saptırılmasında bir numaralı araç sahte dindir. Bu aracın kullanımına son vermez isek dirilişimiz mahşere kalır.

 

Günahkar olamak olmak, din meselesinde söz sahibi olmaya engel değildir. Dinin sahibi Allah’tır ve hepimiz O’nun kullarıyız. Din, günahı olmayanların özel mesleği değildir, Allah’ın tüm kullarını kucaklayan rahmet kurumudur.

 

 

Allah ile aldatma aracı olarak korku

“Her yol üstünde oturup da tehdit Savurarak/korku salarak

Allah yolundan O’na inananları çevirmeyin.

Yolun çarpığını isteyip durmayın.

Hatırlayın ki, siz az idiniz; O sizi çoğalttı.

Bir bakın, nasılmış bozguncuların sonu!”  (Kur’an, Araf 86)

 

Allah ile aldatma odaklarının olmazsa olmaz dayanaklarından biri de dine egemen kıldıkları korkudur. Korkuyu egemen kılmanın en kalıcı ve güvenli yolu ise Allah!ı korku objesi haline getirmek ve bunu dinde ilkeleştirmektir. Ve bu yapılmıştır. Hem de çok erken devirlerde.

 

Yanlış, ‘takva’ kavramının Kur’an’sal yapısının dışına çıkarılıp korku aracı yapılmasından kaynaklanıyor. Geleneksel hurefe dini,takva konusunda da Kur’an çizgisinin dışına çıkmış ve milyonlarca insanın yıllar boyu şikayetçi olduğu sakatlıklara vücut vermiştir.

 

Şimdi gelelim ‘korku’nun dayanağı yapılan o güzelim takva kelimesine: Kur’an dilinin büyük ustası İsfahanlı Ragıb (ölm. 502/1108) takvayı hem dil açısından hem de Kur’an’daki kullanımı açısından tanımlamıştır. Dil açısından “Takva, bir şeyi kendisine sıkıntı ve zarar verecek şeyden korumaktır.” Ragıb, dinsel gelenekle takvanın şu anlamda kristalleştiğini de ekliyor: “Benliği, günaha düşürecek şeyden koruyup sakındırmaktır.” (Müfredat, vikaaye mad. Ayrıca bk. Firuzabadi; el-kaamus, aynı mad.)

 

Hangi lügatten ve hangi dil ustasından yola çıkarsanız çıkın, takvanın ve onunla aynı kökten gelen sözcüklerden hiçbirinin ‘korkmak, korkutmak veya korku’ anlamı yoktur. ‘korkulacak şeyden sakınmak’ başkadır. ‘korkmak’ başkadır. Birinci anlamdan yola çıktığınızda dine, Allah’a ve insana bakışınız başka olur. İkinci anlamdan hareket ettiğinizde başka olur. Birinci anlama göre Allah bir korku ve dehşet objesidir, ikinci anlama göre ise bir sakındıran, koruyan, acıyan ve uyaran kudrettir. Bunların ikisinin aynı kapıya çıktığını söylemek ise bilimdışılık, inatçılık ve ufuksuzluk olarak algılanır. Dini ve Allah’ı dehşet odağı haline getirmek olarak görülür.

 

Kısacası, Kur’an’daki takva ve ittika tabirlerini ‘Allah’tan korkmak’ (doğrusu: Allah’ın iradesine ters düşen şeylerden sakınmak), müttaki tabirini ‘Allah’tan korkan’ (doğrusu: Allah’ın iradesine ters düşen şeylerden sakınan), “ittekuni” tabiri ‘benden korkun!’ (doğrusu: Benim irademe ters düşen şeylerden sakının) şeklinde tercüme etmek temelden yanlıştır.; Kur’an’ın ruhuna ve nesajına aykırıdır.

 

Dini ve Allah’ı korku aracı haline getiren geleneksel korkucu din anlayışı, takva konusunda bilimsel açıdan da yanlışlar içindedir. Bu yanlışların en yaralayıcı görünümü ise, Hucurat Suresi, 13. ayetteki evrensel ilkenin Türkçeleştirilmesi sırasında dikkat çekmektedir. Orada Cenabı Hak şu ilkeyi ifadeye koyuyor: “Allah katında en değerliniz, takvada en ileri olanınızdır.”

 

Şimdi takva kelimesi, gelenekçiliğin baskıcı din anlayışına göre ve şiddet yanlısı bir yorumla tercüme edilirse anlam şu olacaktır: “Allah katında en hayırlınız  Allah’tan en çok korkanınızdır!”

 

Kur’an asla böyle bir şey söylememiştir. Böyle bir şey doğru ise, örneğin Allah’ı en çok sevenler, Allah’ın buyruklarına ters düşmekten en çok uzak duranlar hiçbir değer ifade etmeyen insanlar olacaktır.

 

Adı geçen ilke-cümle, gerçek lügat verilerine ve Kur’an’ın ruhuna uygun biçimde tercüme edildiğinde anlam şudur: “Şu bir gerçek ki, Allah katında en değerliniz, en asiliniz Allah’ın iradesine ters düşen şeylerden en çok sakınanınızdır.” Veya “Allah katında en hayırlınız, Allah’ın buyruklarına ters düşmekten en çok sakınanınızdır.” Veya “Allah katında en hayırlınız, günaha düşürecek şeylerden en çok sakınanınızdır.” Veya “Allah katında en değerliniz en çok dindar olanınızdır.”

 

Kur’an işte böyle diyor. Birileri ise tarih boyunca Kur’an’ı korku kitabı yapıp Allah’ı korku unsuruna dönüştürüyor ve inanmış insanları dehşete düşürüp dinlerini savunamaz hale getiriyor. Bilerek veya bilmeyerek insana da dine de kötülük ediyor.

 

Ve ne yazık ki, iki binli yılların Türkiyesi’nin Diyanet İşleri Bakanlığı da böyle bir yanlışı dünyanın önünde aynen tekrarlıyor. Türk-İslam düşünce tarihinin önemli isimlerinden biri olan Musa Carullah (ölm. 1949) bu şikayeti dile getirirken şöyle diyor: “İslam’a imanımız korku imanı değil, basiret imanı olmalıydı!”

 

Yazar: Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, İstanbul, 2008

Ekleyen: Seyyid Hakkı

Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. * YouTube, Alevilikte inanç-Seyyid Hakkı kanalımız: https://www.youtube.com/user/YediDeryaSohbeti62 * YouTube, Hakk Dergahı TV kanalımız: https://www.youtube.com/@hakkdergahitv8618 * Facebook, Hakk Dergahı muhabbet grubumuz: https://www.facebook.com/groups/244039227002241 * Fcebook, Hakk Dergahı Ilim Irşad sayfamız; https://www.facebook.com/profile.php?id=100057353323519 * WEB sayfamız, Alevilikte Inanç-Seyyid Hakkı; https://www.alevilikte-inanc.de/ * Facebook, Seyyid Hakkı özel sayfamız; https://www.facebook.com/SeyyidHakkiAL/ Aşk ile Canlar...