4- Kavrayış Üzerine TA-SIN
Kavrayış Üzerine TA-SIN
Yaratılmış olanların kavrayışı, gerçeklikle ilişkili değildir; gerçeklik de, yaratılmış olanlarla ilişkili değildir. Düşünceler, kişiye özgüdür; yaratılmışların bu öznellikleri gerçeklerle ilişkili değildir. Gerçeğin algılanması bu denli güçtür, ama Gerçekliğin gerçekliğinin algılanması bundan kat kat güçtür. Üstelik Tanrı, gerçekliğin ötesindedir ve gerçeklik, Tanrıyı kapsamaz.
Pervane, sabaha dek alevin çevresinde döner; arkadaşlarının yanına gelir ve onlara, görkemli bir anlatımla, bu Tanrısal ilişkisinden söz eder. Sonra tam bir birleşmeyi özleyerek kendini alevin cilvelerine kaptırır.
Alevin ışığı, gerçekliğin bilgisidir; sıcaklığı, gerçekliğin gerçekliğidir; onunla birleşme (tek oluş) ise, gerçekliğin Doğru’sudur.
Ona alevin ne ışığı yetiyordu, ne de sıcaklığı; kendisini alevin içine fırlatıverdi. Bu sırada, onun söylentilerlekanmadığını bilen arkadaşları, son içgörüsünü anlatması için gelmesini bekliyorlardı. Ama o anda pervane, yanmış, kül olmuş, dağılmıştı; ne bir biçimi kalmıştı, ne bedeni, ne de ayırdedici bir belirtisi. Şimdiki duyarlığıyla dönebilir miydi arkadaşlarının yanına? Şimdiki ruhsal durumuyla dönebilir miydi? O, içgörü aşamasına varınca, sözlerden uzaklaşmayı başarmıştı. Içgörüsündeki varlığa ulaşınca da, içgörüyle bir ilişkisi kalmamıştı.
Bu nitelikler, ilgisiz insanın, gelip geçici insanın, yanlış yol tutmuş insanın, tutarsız insanın anlayabileceği şeyler değildir.
Siz bilmeyenler, bir tutmayın ‘Benim’ ile Tanrısal ‘Ben’i (ne şimdi, ne gelecekte, ne de geçmişte). ‘Benim’, tam bir Tanrısal bilgi olsaydı bile, yetkinlik olmazdı. Ben, O’ndanım ama o değilim...
Eğer bunu anladıysan şunu da anlarsın ki bu nitelikler, Muhammed’den başkası için geçerli değildir ve “Muhammed sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası dewğildir. O, Tanrının Habercisidir ve peygamberlerin sonuncusudur.” (Ahzap; 40). Kendisini insanlardan ve cinlerden ayırdı ve gözlerini «nerede»ye kapadı, öyle ki artık ne bir peçe kaldı yüreğinde ne de yalan.
«Gerçekliğin bilgisi» çölüne vardığında «iki yay boyu kadar, belki daha yakın» dış yüreği. Gerçekliğin doğrusuna ulaştığında tutkusunu orada bıraktı, kendisini Bağış Sahibine teslim etti. Doğru’ya vardığında, döndü, şöyle dedi:
«Dış yürek, sana secde etti, iç yürek de iman etti.» son sınır’a ulaştığında, dedi ki: «Sana, gerektiği gibi tapınamıyorum.» Gerçekliğin gerçekliğine ulaştığında ise, şöyle dedi: «Sen, kendine tapılabilecek tek varlıksın.»
Tutkusunu bir yana bıraktı, görevini yerine getirdi; Sınır’ın Kutsal Ağacı’nın yakınındaki bu durakta «gördüğü şey hakkında, yürek yalan söylemedi.» Ne sağa, şeylerin gerekliğine doğru saptı; ne de sola, gerekliğin gerekliğine doğru. «Bakışları yön değiştirmedi, sönmedi de.» (Necm 17)
Kitap: Tavasin
Yazar: Hallac-ı Mansur
Ekleyen: Seyyid Hakkı