4- Pir Sultan Abdal -2
Pir Sultan Abdal -2
“Uyandım gafletten açtım gözümü Erenler payına sürdüm yüzümü”
Yedi yılın dolmasına daha uzun bir süre vardı. Töreye göre, belirlenen süre dolunca, Haydar da “Pişmiş sayılacak ve odun taşımak, çift sürmek, temizlik yapmak gibi görevleri bırakıp, bir “Muhabbet ehli” olarak Seyit Ali Sultan Dede’nin yanıbaşındaki yerini alacak ve belki de bir dergaha pir olacaktı. Ne var ki, bu sınavdan herkes başarıyla çıkar diye bir kural yoktu. Bu, onun göstereceği başarıya bağlıydı.
Ancak bütün bunlar Haydar’ın aklının ucundan bile geçmiyordu. İlk günkü heyecanla didinip duruyor, kendine tanınan süreyi doldurmak gibi, herhangi gibi bir kaygı taşımıyordu.
Haydar, horozların ötmesiyle birlikte, yatağından kalktı. Ona göre, gün ışınmadan insanlar uykudan uyanmalı, hiç kimsenin uyarısına meydan verilmemeliydi. Herkes kendi tasasını çekmeli, şu üç günlük dünyada, sütüne düşen görevi hakkıyla yapmalıydı.
Üstünü-başını giyindi ve dergahın önündeki kuyunun başına giderek, elini yüzünü yıkadı. Ardından da “sabah Gülbengi” ni okudu.
“Bismişah , Allah allah... sabahları hayır ola, hayırlar fetola. Münkir, münafık mat ola. Muradım hasıl ola. Şah’ı Merdan, Oniki imam cem-i cümlenin yardımcısı ola. Hz.Pir efendimiz hayırlar verdikçe vere. Abdal Musa Sultan gözcümüz ve bekçimiz ola. Kaygusuz Abdal himmeti üzerimize hazır ve nazır ola. Allah eyvallah. Gerçekler demine Hu!...”
Sonra da dergahın bitişiğindeki odaya yöneldi, içeriye girdi, çok geçmeden elindeki süpürgeyle dışarıya çıktı. O günkü ilk işi çevreyi süpürüp, çiçeklere ve ağaçlara su vermekti.
O işleri yapıp bitirdi. Süpürgeyi eski yerine bıraktı. Bu kez de sıra dergaha geldi. kuyudan su taşıyarak leğeni doldurdu. Temizlik bezini ıslatıp, içerinin tozunu almaya başladı.
Halıyı ve kilimi, cemden sonra toplayıp bir kenara yığmıştı. Bir yandan temizlik yaparken, diğer yandan alçak bir sesle şu deyişi söylüyordu:
“Uyur iken üstüne geldi erenler
Gafil aç gözünü uyan dediler.
Serseri kalma bu cihan içinde
Yürü bir mürşüde ey can dediler.”
Haydar deyişini söylerken, Seyit Ali Sultan Dede’nin büyük kızı Ballıhan da uyanmış, kapının dışında gizlice onu dinliyordu. Daha öncede pek çok kez aynı şeyi yapmıştı. Haydar’dan dinlediği her nefes, Ballıhan’ı yıldırım çarpmışa döndürüyordu.
Haydar:
Uyandım gafletten açtım gözümü
Erenler payına sürdüm yüzümü
Hak buyurdu ben söyledim sözümü
Bu Hakk’ın kelamı inan dediler.
Bu derd-ü belayı çeken Eyyub’dur
Erenlerin yolu hoş acayiptir.
Her yerde açma sırrını ayıptır
Gizlice sırlara boyan dediler.
Pis Sultan’ım Haydar, gir yola hoş ol
Erenler yoluna döş olma duş ol.
Geç dünya malından sen de derviş ol
Dünyada dervişe sultan dediler.
diye deyişini son dörtlüğünü bitirmişti ki, ballıhan içeriye girdi. Haydar ansızın ayağa kalktı. Ballıhan’la göz göze geldiler. Haydar utanmıştı.
Bir ok gibi dergahın kapısından çıkarak ahıra doğru yürüdü. Durumunda bir başkalık olduğu belliydi.
Seyit Ali Sultan Dede ile küçük kızı Ümmühan, o sıra kuyunun başındaydılar. Ümmühan su döküyor, Dede elini yüzünü yıkıyordu. Haydar hiç onları farketmedi. Seyit Ali Sultan Dede ile Ümmühan şaşkınlıkla onu izlediler. Bir ara Ümmühan seslenecek oldu, Dede izin vermedi:
* Sabır kızım, sabır!
Dede, az sonra çömeldiği yerden kalktı, Ümmihan’ın omuzundaki havluyu havluyu aldı yüzünü sildi. Tekrar yerine bıraktı ve Ümmühan’ın, kuyu taşının üzerinden alıp kendisine uzattığı sarığını başına geçirdi. Daha sonra da sakallarını sıvazlaya sıvazlaya, ağır adımlarla dergaha doğru yürüdü. Ballıhan’ın tek başına içeride olduğunu biliyordu. Kafası allak bulaktı. Tam eşikten adımını içeriye atmıştı ki, arkasında Ümmühan’ın olduğunu fark etti. Ballıhan’la tek başına konuşacağını önceden kararlaştırdığı için, Ümmühan’ın içeriye girmesine izin vermedi.
Ümmühan, istemeye istemeye kilerin (ambar veya dolap) bulunduğu öteki dama doğru giderken, Seyit Ali Sultan Dede dergahın yarı açık duran kapısını itip içeriye girdi. Beklemediği bir manzara ile karşı karşıyaydı. Ballıhan yere çömelmiş, ıslak bezle ahşap zemini siliyordu. Babasının geldiğini görünce, kendisini toparladı ve tez davranıp ayağa kalktı.
* Sefalar getirmişsin Pir babam, sabahlar hayırola!...
* Sağol can kızım, seninki de... Haydarcan nereye gidiyordu öyle hızlı hızlı?
* Bilmem, işi vardı herhal.
Babası, Ballıhan’ın yüzüne dikkatli bir şekilde bakarken,
* Sende değişik bir hal görüyorum kızım. Bu iş senin değil bilirsin. Sen, ev işleri ile ilgilisin. Dergahın temizliğini Haydar’ın yapması gerekmez mi? neden sen yapıyorsun? Kuralları bilmez misin?
Ballıhan, yaptığı işin doğruluğundan emin olduğu için, babasının bu sözlerinden kesinlikle etkilenmedi. Nasıl olsa, babsı da yakın zamanda gerçeği öğrenecek ve kendisine hak verecekti.
Şöyle dedi:
* Bilirim ulu babam, hem de gayet iyi bilirim. Bildiğim için de dergahın temizliğini ben yapıyorum ya. Çünkü Banazlı Haydar gayri pişmiştir. Bence bu iş onun yakışığı değildir. Bana kalırsa, o can, canlıktan çıkmış Pir olmuştur. Çilesini erken doldurmuştur. Töreleri iyi bilirim. Hamlık nedir, haslık nedir, iyi bilirim.
Haydarcan pişmiş, Pir Sultan olmuştur!...
Seyit Ali Sultan Dede, Ballıhan’ın bu sözleri karşısında çok şaşırdı. Çünkü bugüne değin Haydar’ın pek çok iyi özeliklerini görmüştü de, kızının ona “Pir” sıfatını yakıştırmasına bir anlam verememişti. Bir an durup düşündü, sonra Ballıhan’ın omuzundan tutup:
* Kız o ne biçim söz öyle? Pirlik öyle kolay mıdır? Greçi Haydarcan bu kapıda geçirdiği beş yıl içinde hayli pişmiştir. Bunu yanlız ben değil, dergahındaki tüm canlar, gayet iyi farketmektedirler, lakin pirlik makamına erişmek zordur. Gördüğün, bildiğin neyse söyle, biz de bilelim. Nedir seni bu değin etkileyen? Diye sordu.
Balıhan sevinçle, şu yanıtı verdi:
* Epey zamandır duyarım can babam. Yanlız ben değil, başkaları da duydu. Geçenlerde çoban rıza da bahsetti. Gerçi Rıza o sesin kime ait olduğunu hala bilmiyor. Fakat ben biliyorum. Pek çok kez işittim ve gözlerimle gördüm. Haydar, bildiğimi bilmiyordu. İlk kez bugün öğrendi.
Seyit Ali Sultan Dede iyice sabırsızlandı:
* söylesene kız, ne geveleyip duruyorsun. Ne söylemesi, ne duyması. Anlaşılan Haydarcan aklını başından iyice almış senin. Az önce Haydar buradan çıkıp hızlı hızlı ahıra doğru yürürken pek telaşlıydı. Hiç onu öyle görmemiştim. Meraklanıp işin aslını öğrenmeye geldim. Şu duydukların neyse söyle de biz de nilelim. Bilirsin Haydar’ınPir olduğunu görmek, bizi mutlu eder.
Ballıhan’ın sevinci heyecana dönüştü. Öyle ki, bildiklerini de unuttu. Bir süre ıkınıp sıkındıktan sonra:
* Dur ki diyem Pir babam. Sabahleyin uyandığımda yanık bir ses işittim. Haydar söylüyordu. Beni görünce utanıp kaçtı. Şöyleydi:
“Uyur iken üstüne geldi erenler
Gafil aç gözünü uyan dediler.
Serseri kalma bu cihan içinde
Yürü bir mürşüde ey can dediler.”
Daha önce de başkalarını duymuştum. Şöyle söylüyordu:
“Uyur idik uyardılar
Diriye saydılar bizi
Koyun olduk ses anladık
Sürüye saydılar bizi”
“Nefesler benim değil” diyor ama belli ki kendisinin, Nefeslerin sonunda da “Pir Sultan Abdal” diye tapşırıyor:
Pir Sultan Abdal’ım şunda
Ulu divan sürer günde
O cihanda bu cihanda
Veliye saydılar bizi.
Ne güzle değil mi baba? Ne güzle dizmiş... Sesi de bir güzel ki, kurtla kuzuyu bir araya getirir. Hiç böyle ses de, böyle nefes de duymadım. Bence Haydarcan pişmiş, o da gayri aşıklar kervanına katılmıştır. “Pir Sultan ben değilim” diyor. Sen, Pir Sultan diye birini duydun mu, Pir babam? Duydun mu ha?
* Duymadım kızım. Bu demeler Haydar’ın demek. Bağlama çalmasını öğrendiğini duymuştum. Usta malı duvazları okuduğunu da söylemişlerdi, fakat kendinden söylediğini ilk kez senden duydum.
* Yanlız nefes söylemesi değil baba, ne zaman cem-cemaatte yanık bir nefes okunsa göz pınarları doluyor. Ne zaman bir düşkün görse, yüreğinin yağı eriyor. Onun sorununu kendi sorunu biliyor.
* Demek ki, Haydar’ın bunca pişkinliğine bir de nefes söylemesi eklenmiştir ha?. Ne güzel! Demek Haydarcan gayrı aşık olmuştur. Ne iyi.
Ballıhan, Haydar’dan dinlediği nefeslerin aklında kalan bölümlerini yeniledi ve....
* Hiç bu güne kadar böyle nefes duydun mu, can babam? diye yineledi.
Seit Ali Sultan Dede:
* Duymadım can kızım, hiç duymadım. Söylediğin kadar var, güzel kızım. Demek ki, daha başka nefesleri de var. Aklına bolluk Haydarcan’ın...
Ballıhan, babasının konuya bu denli sıcak yaklaşmasına çok sevindi.
* İşte bu nedenle temizliği ben yapmaktayım can babam. töreleri iyi bildiğim için de, Haydar’ın işini ben yapmaktayım. Çünkü doğruluğa dair her bi şeyi senden öğrendim. Bunları ilk kez Haydar’ın dilinden duyduğumda, yüreciğim bir kuş olup, çırpındı durdu göğüs kafesimde. Kim bilir, işitmediğim daha ne nefesleri vardır. Bu Haydarcan boş kişi değil ulu babam. belli ki, Yunus Emre gibi, Kaygusuz Abdal gibi çilesini doldurmuştur.
* Güzel söylüyorsun, güzel kızım. Bilirsin sana inanır ve de güvenirim. Lakin onu bir de ben yoklayayım. Yoklayayım da, pişkinlik derecesini bir güzel öğreneyim.
Ballıhan yanılmadığından emin olduğu için, sarılıp babasının elini öptü, çocukça sevinciyle...
* Yokla babam, hemen yokla.... Gerçi kendisi, gönlü turap olduğundan saklıyor. “O nefesler benim değil” diyor ama, varsın desin. Sen emrettin mi, dili bir çözülür ki, değme gitsin. Yeter ki sen destur ver. Haydarcan belli ki, Pir Sultan’lığa soyunmuştur. Zaman geçirmeden dinle ki, gücünü-kuvvetini anlayıp, özgürce bol bol nefes üretsin.
Seyit Ali Sultan Dede, kızını anlından öptü ve şunları söyledi:
* Bizim amacımız da onu pişirip, Pir yapmak değil miydi, Bal kızım? Sınavdan geçireceğiz ve eğer hakettiğine inanırsak, Banaz’da kurmayı düşündüğümüz dergahın yönetimini ona vereceğiz. Canlarla bu konuyu daha önce konuştuk. Halka yakın olmak gerek. Banaz’da da bir ocağımız tütmelidir. Haydar, beş yılı aşkındır, bu kapıya hizmet verir. Herbir şeyi tamamdı da, bir tek Pir Sultan’lığı eksikti. Ağacımız meyve veriyorsa, ondan faydalanacağız. Postlar bize bırakıldı ki, biz de bizden sonra gelenlere bırakalım. Her bir dergaha iyi birer postnişin gerek. Bunlardan birisi, neden Haydar olmasın?
Babasının sözleri karşısında, Ballıhan’ın gözleri doldu. Başını önüne eğdi ve Pir Sultan’ın nur yüzünüanımsayıp, için için mutlandı.
Kitap: Pir Sultan Abdal
Yazar: Battal Pehlivan
Ekleyen: Seyyid Hakkı