9- Pir Sultan Abdal -7
Pir Sultan Abdal -7
“İkilikten geçip bir ile görüş!”
Asesler, Sofular’da, aşarı almadan gittiler ama, hiç bağışlarlar mı? daha sonra tekrar gelip fazlasıyla götürdüler.
Hızır bütün bu olup bitenler karşısında kahroluyor, bir şeyyapamamanın verdiği eziklikle divane gibi dolaşıyordu.
Olaylar, öylesine “Vahim” boyutlara varmıştı ki, anasının ve nişanlısının acısını neredeyse unutmuştu. Sofular’da “Beterin beteri” yaşanıyordu. Çünkü, insanlar, daha kış girmeden, kışı nasıl geçireceklerinin ızdırabını duyuyorlardı.
Tefecilere yeni bir fırsat doğmuştu. Tefeciler, diğer kimi köylere yaptıkları gibi, Sofular halkının da sırtına bir kene gibi yapışıp ilkelerine dek emeceklerdi. Bir verip beş alacaklardı. Görünen oydu. Çünkü dergahlardan gelen yardım, devede kulak bile değildi. Nedeni de, dergahlara gelen bağışların giderek azalmasıydı.
Pir Sultan, dergahta canlarla birlikte oturmuş, şu nefesi söylüyordu.
Dünyada el çek ey divane gönlüm
Ulaş bir üstada, er ile görüş
Mürşidin nazarında yad edersen
İkilikten geçip bir ile görüş
Mürşide yüzünü sürmek dilersen
Emrine zatına ermek dilersen
Hakk’ın cemalini görmek dilersen
Nur ile nur olup sır ile görüş
Sen nefsini öldür, olagör yeksan
Erler meydanında olagör kurban
Yedi iklim dört köşede lamekan
Erenlerin sırrı nur ile görüş
Aşık’ı sadıklar ölegelmişler
Ağlayanlar bir gün gülegelmişler
El ele, el Hakk’a yola gelmişler
Tanı kendi özün Pir ile görüş
Pir Sultan’ım kemter kuldur Şah’ına
Hünkar Hacı Bektaş nazargahına
Deli gönül hak ol düş dergahına
Er olayım dersen er ile görüş.
Deyişini yeni bitirmişti ki, Gözcü Ali Rıza içeriye girdi. Kapıya yakın oturan Ali Baba’nın kulağına birşeyler söyledi. Ali Baba ayağa kalktı. Destur istedi. Sırtını Dede’ye çevirmeden arka üstü yürüyüp dışarıya çıktı. Az sonra geldi. Pir Sultan’ın karşısında dara durdu. O gün Rehberlik görevi Ali baba’daydı.
* Pirim, eğer ruhsatın olursa, Sofular köyünden Hızırcan bize katılmak diler. Gelmiş kapıda bekler. Yanında helallık dilemek için getirdiği köylüleri de var.
Pir Sultan, kucağındaki bağlamayı duvara yasladı ve,
* Hoş gelmiş talibimiz. Sefalar getirmiş, diyerek, bağdaş kurmuşken, dize geldi.
Ali Baba:
* Buyruğunuz başım üstüne Pirim, dedi ve edep-erkan gidip, kapıda bekleyen Hızır ile diğer canları içeriye aldı.
Hızır daha önce de bir çok kez, dergaha gelip gittiği için cem cemaatın yabancısı değildi. Acemilik çekmeden içeriye girdi. Ali Baba’nın yaptığı gibi, onunla birlikte, Pir Sultan’ın karşısına geçip, dara durdu. Diğer canlar ise ayakta bekleyerek, Dede’nin buyruğunu beklediler. Pir Sultan gülbengini verince, sırasıyla gelip, ona niyaz oldular. Sonra da kendilerine gösterilen yere oturdular.
* Hoş gelmişsin Hızırcan. Sefalar getirdiniz canlar!...
* Ruhsatına minnet Pirim.
Ali Baba:
* Bismişah, Allah Allah!... Canu dilden bağlayıp bel evliya erkanına, hamd-ü-lillah yine durduk Pirimiz divanına. Çok kusurum var aman, el aman. Zikrederek, sığınıp geldim erenler lütfuna, ihsanına... Canım kurban, Pirimiz fermanına....
Pir Sultan buyruk verdi ve ikisinin birden karşısında dize gelmesini istedi. Dize geldiler.
Ey talip bu bir uzak yoldur gidemezsin.
Demirden leblebidir yiyemezsin.
Ateşten gömlektir giyemezsin...
Erenler buyurmuş ki, gelme gelme, dönme dönme.
Gelenin malı, dönenin canı...
Hızır:
Allah Allah.. Allah Allah!
Yüzüm yerde, özüm darda...
Canım kurban, tenim kıldım bu yola terceman.
Komşular, karındaşlar; bu fakirden ağrınmış, incinmiş var ise,
Dile gelsin, bile gelsin.
Hakkını istesin. İstesin ki, almışsam vereyim, dökmüşsem doldurayım...
Allah, eyvallah, hu dost!...
Pir Sultan, gözlerini canların yüzlerinde gezdirdi.
* Canlar, erenler!... Hızırcan’ı iyice duyanlar. İşittiniz ki, can Hızırcan’dan, ağrınmış, incinmiş?.. varsa çekinmesin, söylesin. Bu divan ulu divandır. Çıksın ortaya, istesin hakkını. Çünkü bizim aramızda, arınmamışın yeri yoktur. Bu kapı doğruluk kapısıdır, eğriliğe yer yoktur. Hızırcan’dan şikayetçi olan var mıdır?
Canlar dile gelip haykırdılar:
* Yoktur.
* Deyin canlar, talibimiz Hızır, bir yaramaz kişi değildir, he mi?
* Değildir!
* Yoksulu soymamış, yetim hakkı yememiş, harama el sürmemiştir he mi?
* Sürmemiştir.
* Eline, diline, beline kavi; Oniki İmam ikrarına havidir, değil mi?
* Hu
Hızır, verilen bu ak-pak yanıtlar karşısında aşka geldi ve Pir Sultan Abdal’ın şu dörtlüklerini söyledi:
Erenlerin erkanına yoluna
Ta ezelden aşık oldum erenler
Can-u gönülden soruştum, dolaştım
Şükür mürşidimi buldum erenler...
Pir Sultan Abdal, son sorusunu Hızır’a sordu.
* Dile geldin, bile geldin, de hele bakalım Hızırcan. Senin bir derdin, bir dileğin, bir bildiğin varmı, Pirlerimizden.... Aşk ola!... Ey talip, cesaretine can verdi, kalbine iman verdi. Söylemeye dil verdi. Tutmaya el verdi. Son kez söylüyorum; ağlattığın var ise güldür. Döktüğün var ise doldur. Yıktığın var ise yaptır.
Pir Sultan, Hızır ile Ali Baba’nın rahat oturmalarını istedi. Serbest oturdular.
Hızır, büyük bir sınavdan başarı ile geçmişti. Ne döktüğü vardı, ne de ağlattığı; ne aldığı vardı, ne de yıktığı.... Kendine olan güveni bir kaç kat daha artmıştı. Pir Sultan’ın gözlerinin içine bakarak onun sözlerine, onun şiiriyle yanıt verdi.
Yol aşığıyım, özüm Hakk’a bağlarım
Coşkun sular gibi akar çağlarım
Eşiğine yüzüm sürer ağlarım
Medet hey erenler, el aman medet...
Allah, eyvallah hu dost!...
Pir Sultan’ın gözleri, sevinçten dolup taştı.
* Hep birden gördünüz canlar. Hızır, dergaha girmeye oldukça yaklaşmıştır. Aranızdan biri çıkıp, bir hak dilemediğine göre; bize, onu yola kabul etmek düşer. Hızırcan, canlar arasına girmeye hak kazanmıştır. Bu yüzden derim ki, ikrarın vaktidir.
Hızır, “Bismişah, Allah Allah!” dedikten sonra, gür bir sesle bu kez de şu dörtlüğü okudu:
Hizmetine Merdan ile dil bendini
Gusuvarı kılmışam Pir bendini
Rehber ile Pire ettik ihtida
Taktı Selman boynuna tığbendini...
Önemli bir kararın eşiğinde olan Pir Sultan Abdal:
* Hızırcan, bizim gözümüze iyisin, Hak tealanın indinde de iyi olasın. Şimdi ikrarın tamam olmuştur. Bak Hızır, bir gün darda kaldığında, ikrarında dönmeyi muratlarsan, şunu bilesin ki, ölüm yeğdir. Bizde dönmek yazılı değildir. Ölmek vardır, dönmek yoktur. Neden dersen; biz hak erenlerindeniz, Hak yoluna can verenlerdeniz. Bu yolda ölüm Hak, eza oyuncak gelir bize.... Sen sen olasın, ikrarından dönmeyesin....
Hızır’ın göz pınarlarından yaşlar dökülüyordu.
Pir Sultan, onlara tanıklık eden canlara döndü ve şöyle dedi:
* Ben sordum, siz söylediniz. Sakladığınız varsa, büyük vebal altındasınız.... Madem ki, karşı olanınız yok; o halde Hızırcan, aramızda bulunmaklığa başkoymuş ikrar vermiştir. Ayağı, dergahımıza gudumlü gele.... Dirliğimiz, birliğimiz daim ola!... Allah, eyvallah! Gerçeğin demine Hu!..
Pir Sultan, yanında duran bir kulaç uzunluğundaki tığbendi alıp ayağa kalktı. Hızır, Ali Baba ve diğerleri de kalktı. Pir Sultan tığbendi Hızır’ın beline bağladı. “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali” diyerek üç düğüm attı.
Pir Sultan:
* İşte bu ikrar üzere, tığbendi çekiyorum. Bak Hızırcan, bu canlar hep senin kardeşlerindir. Sen sana sahip ol, yanlış yol tutup, kötü iz izleme. Gözünle görmediğini gördüm deme, kulağınla işitmediğini işittim deme. Komşu hakkını, Tanrı hakkı bil. Kaçanı kovalama, aman diyenin üstüne gitme. Kendine reva görmediğini başkasına reva görme. Kadın-erkek, genç-yaşlı ayrımı yapma. Biz yetmişiki millete aynı nazardan bakanlardanız. Irk, dil, din ayrımı bizde yoktur...
* Sen hiç küşümlenme Pirim. Biz, bu yola can baş ile sarılmışlardanız. Bu can bu tende durduğu sürece, Şah’ı yerde koymayız.
* Eyvallah Hızırcan, sen bunları dedikten kelli, bizim başka söyleyecek sözümüz yoktur. Aramıza hoş geldin...
Pir Sultan yerine oturdu. Hızır ve Ali Baba secde edip niyaz oldular. Ali Baba, Hızır’ı aldı, dergahın dışına götürdü.
“Bir dost peşine düştüm ezelden!”
Aradan oniki yıl geçti. Pir Sultan’ın Senem adında bir kızı, Seyit Ali, Pir Mehmet, Er Gaip adında üç oğlu dünyaya gelmişti.
Babasının yoğun mücadelesi sürerken, Senem hıç bir şeyden habersiz, altı yaşına basmıştır. Babasını çok az görüyordu. Pir Sultan, Banaz’dan yola çıkıyor, kimi zaman altı ay, kimi zaman bir yıl sonra dönüyordu.
Bütün Anadolu’yu adım adım gezip, Türkmen’in derdini dinliyor, çareler öneriyor; Kızılbaş-Bektaşi süreğinin gelişip güçlenmesi için çaba gösteriyordu.
Bu arada İstanbul’a kadar gidip, orada olup bitenleri de incelemeyi ihmal etmedi.
Bir dotun peşine düştüm ezelden
Ay geçti yıl geçti yetişemedim
Bilmem benim çilem ne zaman biter
Ay geçti yıl geçti yetişemedim
Bin bir hayal kurdum kendi kendime
Aklım ermez bu dünyanın fendine
Gitmek istiyorum kendi dengime
Ay geçti yıl geçti yetişemedim
Şah’ım arşa çıkmış yeri zordadır
Her zaman bakarım gönlüm yardadır
Kul hakkın yemişler emek zaydadır
Ay geçti yıl geçti yetişemedim
Garez etti bana içimde ateş
Sordum sual ettim bu nasıl gidiş
Yüz gülüp geçti dedi uç yetiş
Ay geçti yıl geçti yetişemedim
Pir Sultan’ım içerimde köz yanar
Ancak dost elinde bu ateş söner
Şerbet ver sevdiğim içerim yanar
Ay geçti yıl geçti yetişemedim
Türkmenler, tahsildar ve aseslerin yarattığı terörün altında ezim ezim ezilirken, tefeciler de köylünün sırtına ikinci bir yük bindiriyorlardı... Tefecilerin başına ise, Sivas sancağının yöneticileriyle yakın ilişkileri olan Veysel adında bir tüccar çekiyordu. Veysel aslında bir Türkmen oğluydu, fakat yoldan çıkmıştı.
Hızır, gece-gündüz demeden, dergaha hizmet veriyordu. Severek, aşkla.... Bu arada, Kızılbaş ve Bektaşiliği bütün boyutlarıyla öğrenmeye çalışıyordu. Hırsla bir kişiliğe sahipti. Dergahtaki diğer canlarla adeta yarışıyor, öne çıkmak için, zaman zaman büyük hatalar da yapmıyor değildi. Kimi zaman Pir Sultan’a gereksiz yere yaltaklandığı da gözden kaçmıyordu.
Seyit Ali Sultan Dede’ye gelince, O Senem’in doğduğu yıl, Hakk’a yürümüş; yerine dergahta pişen amcası oğlu Murtaza Dede geçmişti. Ümmühan da, Çorum’dan bir dede oğlu ile evlenmiş, çoluk-çocuğa karışmıştı.
“Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan”
Pir Sultan, yoksul köylünün umudu olmuş; sazıyla-sözüyle ve lider kişiliğiyle, onlara yaşama gücü veriyordu. Başeğmemesini öğretmişti.
Osmanlı da artık iyice biliyordu ki, Türkmen’in bu denli değişmesinin nedeni, Pir Sultan’dı. Halk eskiye oranla, epeyi gelişme kaydetmişti ama, zaman zaman yılgınlığa düştüğü de görülmüyor değildi. Hatta, onunla aynı yastığa baş koyan, Seyit Ali Sultan Dede’nin kızı Ballıhan bile, Pir Sultan’a fazlasıyla güvendiği halde, korkuyordu. Çünkü valisiyle, kadısıyla, asesleriyle, tahsildarıyla, müftüsüyle Sivas sancağını elinde tutanlar, gün geçtikçe daha da acımasızlaşıyorlardı.
Pir Sultan, birçok kez Sivas’a gidip yetkililerle görüşmüş, ancak sonuç alamamıştı.
Evde, başbaşa otururlarken, Ballıhan’ın için için ağladığını gören Pir Sultan, onun yanına yaklaştı ve;
* Niye ağlıyorsun Sultanım? derdin nedir? niye kederlendin? diye sordu.
Ballıhan göz yaşlarını sildi. Aslında, güçsüz görünmek istemiyordu. Çünkü, Pir Sultan’ın kadınına ağlamak yaraşmazdı. Fakat olaylar, herkes gibi ballıhan’ı da etkiliyordu. Bir diğer nokta da, Türkmenler bir türlü, istenen düzeyde birleşemiyorlardı. Oysa tam anlamıyla kenetlenebilseler; Osmanlı’nın karşısında çaydırıcı bir rol oynayabilirlerdi.
Ballıhan:
* Osmanlı gemi azıya almış Haydar! Ne yaptığını bilmiyordu. İşi gücü zulmetmek. Sana ve çocuklarımıza bir kötülük yapmalarından korkarım. Sivas’ta hep senden sözediliyormuş. Uykularım kaçıyor.
Pir Sultan, ballıhan’ın başını gögsüne yasladı. Yanaklarını okşıyarak şöyle dedi:
* Ağlamak hiç sana yakışmıyor Bal Sultan. Eğer ben, gerçekten öleceksem, varsın öldürsünler. Ama beni öldüremezler. Ölür ise ten ölür, canlar ötesi değil. Gerçek insan ölür mü?
Ballıhan, başını Pir Sultan’ın gögsünden kaldırdı, gözlerinin içine bakarak şöyle konuştu:
* Ben sana derim ki, bir süre başka bir diyara git.
Ballıhan daha sözünü tamamlamamıştı ki, Pir Sultan yumruğunu hızlı bir şekilde yere vurdu. Ne denli kararlı olduğunu şu sözlerle dile getirdi:
Koyun beni Hak aşkına döneyim
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Kadılar, müftüler fetva yazarsa
İşte kemend, işte boynum asarsa
İşte hançer, işte kafam keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan....
Sonra da eliyle, duvarda asılı bağlamayı gösterdi, şöyle seslendi:
* Yolumdan dönersem, şu bağlamanın hakkını nasıl öderim sonra. Utanmadan elime nasıl alırım, can yoldaşım? İnsanım, diyen kişi Hak bildiği yoldan döner mi?
O günden sonra, Ballıhan bu konuda ağzını açıp bir tek tümce söylemedi.....
Kitap: Pir Sultan Abdal
Yazar: Battal Pehlivan
Ekleyen: Seyyid Hakkı