10- Hz.imam Ali ve Tanrısallığı
Hz.imam Ali ve Tanrısallığı
Hz.imam Ali, Alevi yolunun kurucusu ve baş önderidir. Aleviler ona tarifsiz bir sevgiyle bağlıdırlar. Öyle ki, onu sevmek, dindir, imandır. Nitekim Hz.Muhammed, “Ali’yi seven beni sever, beni seven Allah’ı sever.” demek suretiyle Hz.Ali sevgisinin İslam’daki yerini ve önemini çok açık bir biçimde dile getirmiştir.
Hz.imam Ali, zulme karşı başkaldırmanın tarihsel simgelerinden birisidir. O, mazlumların en büyük lideridir. Kendisi de büyük haksızlıklara uğramış, büyük acılar yaşamıştır. O, Tanrı’nın en sevgili kullarındandır. O, üstün niteliklere sahiptir. Bu üstün nitelikler ona tanrı tarafından verilmiştir. O, seçilmişlerdendir. O, Tanrı’nın rızasını kazanmış/murtaza olanlardandır. O, evvelidir, o, ahiridir. O, batındır. O, candır-canandır. O, dindir-imandır.
Aleviler ona duydukları tarifsiz sevgi ve bağlılığın bir yansıması olarak onu çeşitli adlarla anmaktadırlar.
O, Şah-ı Merdan’dır. Yani yiğitlerin şahıdır.
O, Şah-ı Evliya’dır. Yani velilerin şahıdır.
O, Şir-i Yezdan’dır. Yani Tanrı’nın arslanıdır.
O, Nihan’dır. Yani sırdır.
O, Şah-ı Velayet’tir. Yani veliliğin şahıdır.
O, Ebu Turab’dır. Yani toprağın babasıdır.
O, Bab’ül-ilim’dir. Yani bilimin kapısıdır.
O, Emir’ül-Mümin’dir. Yani insanların önderidir.
O, Haydar’dır. Yani arslandır.
O, Vechullah’tır. Yani Tanrı’nın yüzüdür, tecellisidir.
O, Kur’an’ı Natık’tır. Yani konuşan Kur’an’dır.
O, Levh-i Mahfuz Kalemidir. Yani korunmuş levhayı yazan kalemdir.
O, Nur-u Rahman’dır. Yani Tanrı’nın ışığıdır.
Hz.Ali’nin Soyu Tanrısallık bağlamında ona duyulan eşsiz sevginin kaynağı.
Yiğitler Şahı olan Hz.imam Ali, Miladi 598 yılında Mekke’de doğmuştur. Rivayetlere göre annesi onu Kabe’de doğurmuştur. Ölüm tarihi ise Miladi 661’dir. Kureyş kabilesine mensuptur. Babası Ebu Talib, annesi Fatıma’dır. Hz.imam Ali, peygamberimiz Hz.Muhammed’in amca oğludur. Hz.Muhammed kızı Fatıma ile evlenerek damadı olmuştur. Bu evlilikten imam Hasan ve imam Hüseyin dünyaya gelmiştir. Hz.ana Fatıma, Hz.imam Ali, imam Hasanve imam Hüseyin, Hz.Muhammed’in Ehl-i Beyt’idir.
Hz.imam Ali, İslam’ın kuruluş döneminde Hz.Muhammed’in yanında olmuş, yiğitliği ve yürekliliği ile onu korumuştur. Hz.imam Ali, İslam’ı kabul eden ilk erkektir. Çocuk yaşta İslam dinine girerek hiç günah işlemeden, putperest bir geçmişe sahip olmadan Allah’ın dinine hizmet etmiştir. Bu özelikle onu öbür sahaben (peygamberin arkadaşları-yakınları) ayıran önemli bir unsurdur. Hz.imam Ali, Hz.Muhammed için ölümü göze almış, Mekke’den Medine’ye göç (Hiçret) sırasında yatağına yatarak peygamberin düşmanlarına karşı kalkan olmuştur.
Hz.imam Ali, halife Osman’ın ardından dört yıl dokuz ay süreyle halifelik yapmıştır. Bilindiği gibi Hz.Muhammed’in ölümünün ardından İslam toplumu arasında halife seçimi noktasında anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Bu anlaşmazlıkların İslam öncesi döneme kadar uzanan nedenleri bulunmakla birlikte, temel ayrılık Hz.Muhammed’in hastalığı sırasında vefatından kısa bir süre önce müslümanlar için bir vasiyet yazma isteğinin başta Ömer olmak üzere sahabeden kimilerince engellendiği, oysa peygamberin Hz.imam Ali’yi yerine halife tayin istediği yolundaki iddialara dayanmaktadır. Alevi ve Şiilere göre; zaten Hz.Muhammed, Gadirhum’daki söyleviyle Hz.imam Ali’yi vasi tayin etmiştir. Ancak; Ebu Bekir, Ömer, Osman vd. Kişilerce peygamberin bu isteği göz ardı edilmiştir. Hz.imam Ali, peygamberin cenaze işleriyle upraşırken, Ömer’in etkisiyle Ebu Bekir halife seçilmiştir.
Hz.imam Ali, ancak Osman’ın öldürülmesinin ardından halife olabilmiş ve hilafeti dört yıl dokuz ay kadar sürdürmüştür. Emevilerin bütün yıkıcı muhalefetine karşın. Hz.imam Ali, hilafeti sırasında İslami ilkelere uygun, adil bir yönetim sergilemiş ve İslam toplumunun büyük sevgisini kazanmıştır. İslam toplumunda ilk bilimsel çalışmalar onun döneminde başlamıştır. Bu amaçla Hz.imam Ali’nin bir bilim bakanlığı kurduğu da belirtilmektedir. (Anton Jozef Dierl, Anadolu Aleviliği, Ant Yayınları, s. 94)
Türklerin Hz.imam Ali’ye büyük bir sevgi duydukları malumdur. Bu sevginin oluşumundaki etkenlerden biri olarak da onun halifeliği döneminde İslam ordularının Türkistan’daki harekatını durdurmuş, hatta Horasan’ı tahliye etmiş olması gösterilmektedir. (Gibb, Orta Asya’da Arap Fütuhatı, Çev.: M. Hakkı, s. 14)
Hz.imam Ali’nin döneminde yeni hukuk düzenlemelerin yapıldığı, el kesme cezasının Hz.imam Ali tarafından yasaklandığı da belirtilmektedir. (Anton Jozef Dıerl, age, s. 119)
Ali sözcüğünün anlamı “yüce”dir. Adının anlamındaki yücelik onun özel olduğunun da göstergelerinden biridir. Ondaki yücelik Tanrı’dandır. Nitekim Aleviler, O’nda ilahi/Tanrısal özelikler olduğuna inanırlar. Bu inanış, Alevi karşıtları tarafından Hz.imam Ali’nin Tanrılaştırıldığı ve putlaştırıldığı suçlamasına zemin teçkil etmiştir. Oysa bu suçlama yersizdir. Çünkü Alevi inanışının omurgasını oluşturan “Vahdet-i Vücud” anlayışı ve Tanrı’nın insanda tecceli ettiği düşüncesi, bu inanışın yani Hz.imam Ali’nin tanrısallığı inancının temelini oluşturmaktadır. İnsan Tanrı’dan bir parçadır. Nitekim Tanrı, “Biz insana ruhumuzdan üfledik.” buyurmaktadır. Hz.imam Ali’deki tanrısallık da böyle anlaşılmalıdır. Aynı zamanda unutulmaması gereken hususlardan biri de “Ali” sözcüğünün Allah’ın doksan dokuz adından biri olmasıdır. Aleviler, “Ali” adını aynı zamanda bu anlamda da kullanılmaktadır.
Aleviler, Hz.imam Ali ve Hz.Muhammed’in yol kardeşi/Müsahip olduğuna inanırlar. Nitekim Buyruk’ta bu durum açıklanmaktadır. Dolaysıyla bu inanışın kaynağı da Buyruk’tur. Bilindiği gibi Buyruk, Alevi yolunun temel kaynaklarındandır.
Hz.Muhammed’in, Hz.imam Ali için söylediği kimi sözler, onların yol kardeşi olduğunu ortaya koymaktadır. Hz.Muhammed’in sözlerindeki içerik aynı zamanda Hz.imam Ali’nin tanrısallığının da kanıtlarındandır. Peygamberimiz Hz.imam Ali için şöyle buyurmaktadır:
“Sen bendensin, ben sendenim.”
“Ali ve ben aynı nurdanız/ağaçtanız.”
“Ali’ye eza eden bana eza eder.”
“Bir kimse Ali’yi severse beni sevmiş olur ve Ali’ye buğz ederse bana buğz etmiş olur.”
Alevi ozanları şiirlerinde Ali sevgisini en yüksek edebi güzeliklerle işlemişlerdir. Alevi ozanı Muhittin bir şiirinde Hz.imam Ali’yi şöyle anlatmaktadır:
Dinle imdi bu sözümü,
Delil ve burhandır Ali.
Gel eşiğe sür yüzünü,
Kıble-i imandır Ali.
Hakikattir, marifettir,
Tarikattır, Şeriattır,
Nübüvvettir, velayettir,
Küllide yeksandır Ali.
Hz.imam Ali’deki tanrısal nitelikleri, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre’yi anımsatır bir biçimde şöyle dile getirmektedir:
Yer yoğiken, gök yoğiken var olan,
Arş yüzünde kandildeki nur olan,
Gahi merkez olup, gahi yer olan,
Ali’dir ki, Şah-ı Merdan Ali’dir.
Yine Pir Sultan Abdal, bir başka nefesinde ise şöyle der:
Bu dünyanın evvelini sorarsan,
Allah bir, Muhammed Ali’dir, Ali,
Sen bu yolun sahibini ararsan,
Allah bir, Muhammed Ali’dir, Ali.
Kızılbaş Safevi Türkmen Devleti’nin kurucusu büyük ozan Şah İsmail Hatai ise Hz.Muhammed ve Hz.imam Ali’ye olan sevgisini şöyle dile getirmektedir:
Daim fikrimde zikrin, ya Muhammed ya Ali.
Gönlümün evinde şükrün, ya Muhammed ya Ali.
Tanıyamaz kendi özün seni yakın bilmeyen,
Alemin ayinesisin, ya Muhammed ya Ali.
Hz.imam Ali’ye duyulan sevgi ve bağlılık, Alevi yolunun özüdür, temelidir. Bu sevgi diğer İslami guruplarda da vardır. Lakin Alevilerdeki Ali sevgisinin özgün bir temele dayandığı malumdur. Bu temel onu sıradan bir sahabe veya dört halifeden biri ya da Hz.Muhammed’en sonraki yüce kişilerden biri olarak görme anlayışının çok ötesinde bulunan tanrısallık inancıdır. Bu bakımdan Alevilerdeki Ali sevgisinin Sünni ve Şiilerden çok farklı bir noktada bulunduğu kabul edilmelidir.
Şimdi bu noktaları kısaca irdeleyelim:
Hz.imam Ali’nin tanrısallığı Alevi teolojisinin omurgasını teşkil etmektedir. Ancak pek çok nedenlerden dolayı bu inanç öne çıkarılmakta ve deyim yerindeyse “sır” edilmektedir. Sünni ve Şiilerin bu sırrın alenileşmesi durumunda ne tür bir tepki vereceklerini tahmin etmek zor değildir. Geçmişte bağnaz/yobaz din bilginlerinin Aleviler için bu ve benzer inançlardan dolayı zalimce fetvalar verdikleri, onları kafir, müşrik, putperest addettikleri malumdur. Aslında Hz.imam Ali’nin tanrısallığı insanın tanrısallığı ile birlikte düşünmelidir. Büyük Alevi mistik düşünür Hallac-ı Mansur’un “Ene-l Hak” deyişindeki gizem insanın tanrısallığını gizemidir. Biliyoruz ki, zamanın müftüleri ve din egemenlerinin gözünde Hallac-ı Mansur, kafirdi, kendini Tanrıya ortak koşan, Tanrılık iddiasında bulunan bir müşrikti. Nitekim malum olduğu üzere bu nedenle Katline Ferman verildi.
Enel Hak inancı, kamil insan/insan-ı kamil mertebesindeki hak erenlerinin sırrıdır. Bu sırrı anlamak için o mertebeye vasıl olmak lazımdır. Zahirilik gurbetinin en ücra bölgelerinde dolaşan yani vuslattan nasip alamamış olan şeriat ehlinin “Enel Hak” inancını ve insanın ulıhiyetini idrak etmesi olanaksızdır. Bu olanaksızlık insan-i kamil olmanın doruğunda bulunan Hz.imam Ali’nin tanrısallığını kabul etmeyi de doğla olarak kuşatmaktadır. Yaratan, yaratılan ayrılığını ortadan kaldırıp “Vahdet-i Vücud” ilkesi gereği tüm evrende olduğu gibi insanda da Tanrıyı gören, Hz.imam Ali’nin yüzünü, vech’ullah/Allah’ın yüzü olarak tavsif eden Alevi inancı bu özgünlüğüyle bambaşka bir güzelliğe ve derinliğe sahip bulunmaktadır. Ondaki hümanist özün dayandığı paradigmal temel işte böylesi bir inançtan neşet (çıkma, ileri gelme) etmektedir.
Tekraren dile getirelim ki, Hz.imam Ali’nin tanrısallığı gerçeğini savunan, buna içtenlikle inanan müminlerin zahir ehli tarafından anlaşılmaları tamamen olanak dışıdır. Bu inanışın İslam’a aykırı olduğunu iddia etmek, İslam’i Sünni, Şii veya başka bir ifadeyle zahiri/dışsal anlayışa hapsetmek demektir. İslam’ın batıni yönünü yani Alevi inancını yadsımak demektir.
İslam denilince sadece Sünnilik veya Şiilik anlaşılmamalıdır. Kendi özgün teolojik çerçevesi dahilinde Alevilik de İslamdır. Hatta bu yolun müminlerine göre Alevilik İslam’ın ta kendisidir. O zaman Hz.imam Ali’nin tanrısallığını İslam dışı bir sapkınlık olarak görmek abestir, anlamsızdır. Hatta bize göre küfürdür/kafirliktir.
Hz.imam Ali’nin tanrısallığı/uluhiyeti inancı gayet doğal olarak kadim Türk inançlarından da izler taşımaktadır. Alevilerin ezici çoğunluğunun Türk/Türkmen oluşları gerçeği göz önüne alındığında Hz.Ali’ye uluhiyet atfetmenin kadim Türk inançlarıyla da ilişkilendirilmesi daha net anlaşılacaktır.
Münkürlerin inkarına, tahammülsüzlerin tahammülsüzlüğüne ve cümle zahirilerin sağlığına aldırmadan Hz.imam Ali efendimizin uluhiyetini/tanrısallığını imanımızın gereği olarak haykırmayı her koşulda sürdürmeliyiz.
İşte Sefil Ali’nin dilinden Hz.imam Ali’nin tanrısallık gerçeği:
“Kün!” deyince var eyledi on sekiz bin alemi.
Hem yazandır, hem bozandır, levhi mahfuz kalemi.
Külli dertlerin dermanı, yaraların melhemi.
Hem sakidir, hem bakidir nur-u Rahman’ım Ali.
Yetiş carımıza kurtar medet mürüvvet ya Ali.
Şah-ı Merdan çüşa geldi, sırrın aşikar eyledi:
“Yağmuru yağdıran benim” deyi Ömer’e söyledi.
Ol demde şimşek balkıyıp yedi sema gürledi.
Hem sakidir, hem bakidir nur-u Rahman’ım Ali.
Yetiş carımıza kurtar medet mürüvvet ya Ali.
Ömer vardı Hak Muhammed katınadedi: “eyle beyan,
Hz.Ali midir ol arşa gürleyan,
Çarh-ı gerdunun elinden sırr’ı hikmet eyleyen?”
Hem sakidir, hem bakidir nur-u Rahman’ım Ali.
Yetiş carımıza kurtar medet mürüvvet ya Ali.
Hakk Muhammed buyurdu ki; “Yektir Ali, bir.” dedi.
“Hem evveli, hem ahiri, her şeye kadir.” dedi.
“Ali’ye şirk koşanlar mutluka kafir” dedi.
Hem sakidir, hem bakidir nur-u Rahman’ım Ali.
Yetiş carımıza kurtar medet mürüvvet ya Ali.
Hz.imam Ali’nin tanrısallığı gerçeğini anlatan ve Derviş Ali’ye ait bir başka nefes:
Yeri göğü arşı kürsü yaradan,
Men Ali’den başka Tanrı görmedim.
Yaradub kulunun kısmetin veren,
Men Ali’den başka Tanrı görmedim.
Bin bir ismi vardır bir ismi Allah,
Eğer inanmazsan hem vallah billah,
Ademi görmüşüm elhamdülillah,
Men Ali’den başka Tanrı görmedim.
Cenneti alanın altundur taşı,
Her ne görür isen hikmettir işi,
Yüz yirmi dört bin nebiler başı,
Men Ali’den başka Tanrı görmedim.
Ali gibi er görmedim cihanda,
Ona da buldular türlü bahane,
Yedi kez uğradım ulu divane,
Men Ali’den başka Tanrı görmedim.
Derviş Ali’m bu ikrara belidir,
Dilim söyler ama kendim delidir,
Allah bir Muhammed Tanrı Ali’dir,
Men Ali’den başka Tanrı görmedim.
Hz.imam Ali’den rivayet edilen kimi sözlerde de onun uluhiyet/tarısallık özelliğini görmek mümkündür. Kaynaklar Hz.imam Ali’nin bir sözünde şöyle dediğini bildirmektedir: “Benim, yücelerin yücesi olup kahreden! Benim, ölüleri diriltip ihya eden! Benim, dirileri ölü kılan! Benim, her şeyden evvel olan evvel, Benim, herşeyden sonra ahir olan! Benim görünen, benim gizli olan!”
Yine Mevlana’nın Divan-ı Kebir adlı yapıtında Hz.imam Ali için yazdığı sözler onun uluhiyetini/tanrısallığını ilan etmektedir. Mevlana adı geçen bu eserinde şöyle demektedir:
Alevilerin Ali’si Ahistorik (tarih dışı, üretilmiş) mi?
Alevilik üzerine yazı yazan, fikir üreten kimi çevreler ve kimi bağnaz Sünni ve Şii araştırmacılar tarafından sıkça gündeme getirilen konulardan biri de Alevilerin inancının odağında yer alan Hz.imam Ali’nin İslam tarihindeki “dördüncü halife”, Hz.Muhammed’in kuzeni ve damadı olan Hz.Ali olmadığı; tarihteki gerçek Ali’de olmayan özeliklere sahip olduğu, dolaysıyla ahistorik (tarih dışı), üretilmiş ve menkıbesel bir kişilik olduğu yönündeki tartışmalardır.
Bu tartışmaların iki amacı vardır: Birincisi; Alevilere; “Hazreti Ali, Sünni ve Şii müslümanlar gibi namaz kılan, Ramazan orucu tutan, hac ibadeti yapan vb. bir İslam ulusudur, o halde sizde onun gibi olun, Sünni ve Şiiler gibi namaz kılıp Ramazan orucu tutun” şeklinde propağanda yapıp Alevileri asimile etmektir. Ulaşılmak istenen nokta bellidir. Bu yaklaşımda olanlara göre, Kırklar Meclisi ve Kırklar Cemi bir uydurmadan ibarettir. Dolaysıyla cem ve semah bir ibadet yoktur. Asıl farz (mecburi, uyulması kesin olan) olan Muharrem orucu değil, Ramazan orucudur. Yani yüzyıllardır Alevi ozanları tarafından anlatılan Miraçlama ve Kırklar Cemi ve Kırklar Meclisi yalandır. Yüzyıllardır tutulan Muharrem oruçları boşunadır. O halde tüm Alevi ozanları, tüm Seyyitler (dedeler) haşa yalancıdır. Sadece Sünni ve Şii hadis kitapları ve diğer Sünni ve Şii kaynaklar doğrudur.
İkincisi: “Alevilik İslam dışı bir inançtır. Başlı başına bir dindir. Ya da Zerdüştiliğin, Yezidiliğin vb. devamıdır. Alevilerin Ali’si aslında Sümer metinlerinde geçen ve ateş ruhu anlamına gelen “Al” veya “Alu” ya da ateşperestlerin ilahının Harran bölgesindeki adlandırması olan “Alla” veya “Al” dır. (Faik Bulut, Alisiz Alevilik, Berfin Yayınları, s. 480). Alevilik bir Kürt dinidir. Kökeni Mezopotamya’dır. O halde Aleviler, İslam dışı olduklarını kabul etsinler. Kürtleşsinler. Hatta ateistleşsinler.” diye propaganda yaparak, Alevileri kendi siyasal hedeflerine ve inançsızlıklarına payanda yapmaya çalışmaktır.
Birinci amaç için çalışanlar zaten yüzyıllar boyu Alevileri ezen, katleden, onları kafir gören, zındık sayan , düşman belleyen geleneğin devamıdırlar. Bunlara göre Aleviler, Alevi gibi yaşadıkları sürece kafirdirler, zındıktırlar; müslüman sayılabilmeleri için Sünni veya Şii olmaları gerekmektedir. Bu bağnazlara kızıp “Evet biz müslüman değiliz”.” demek, deyim yerindeyse onların ekmeğine yağ sürmektir. Eğer İslam’ı sadece Sünnilik veya Şiilik olarak görecek olursak Aleviliği, İslam dışı saymak kabil olacaktır. Ancak bu doğru değildir. Aleviliğin tarihsel arka plan anlamında gerek İslam’a sahip çıkmak ve onu yaşama egemen kılma hareketi olduğu düşünülecek olursa, bu tutum Aleviliğe zarar vermekten başka bir işe yaramayacaktır. Ebussuudların, ibni Kemallerin, İdris’i Bitlislerin süreği olan bağnazlara rağmen ve onlara inat tüm Aleviler; İslam, ve mümin olduklarını haykırmaya devam etmelidirler. Çünkü bu, hakikatin ta kendisidir.
Hz.imam Ali efendimizin Sünni ve Şii müslümanlar gibi namaz kılıp kılmadığı ve Ramazan orucu tutup tutmadığının Aleviler için hiçbir önemi yoktur. Tıpkı onun Arap olmasının, Arapça konuşmasının, entari giymesininkefiye takmasının, birden çok kadınla evlenmesinin vb. önemi olmadığı gibi. Çünkü Alevilik, Hz.imam Ali’yi körü körüne taklit etmek değildir. Alevilik, Sünni ve Şii müslümanların çoğunun yaptığı gibi Hz.imam Ali’yi ve İslam’ı şekilciliğe boğmak, zahirde takılıp kalmak değildir. Onu örnek almak, ona sınırsız bir sevgiyle bağlanmak, ondan medet dilemek, Tanrının onda tecceli ettiğine inanmak, zulme ve zalimlere karşı direnişinde güç almaktır.
Alevilerin Ali’si dorudan doğruya historik/tarihseldir. Hz.Muhammed’in kuzeni ve damadı olan imam Ali’dir. Ancak Aleviler, tarihsel süreçte ona olan sınırsız ve eşsiz sevgilerinin bir sonucu olarak Hz.imam Ali’yi historik kimlik ve kişiliği ile asla çelişmeyecek şekilde yüceltilmiştir, uğradıkları her zulüm ve katliam sonrası direniş kaynağı ve yeniden ayağa kalkmada tükenmez bir güç menbaı olarak görmüşler, Sünni ve Şiilerin silmeye çalıştıkları uluhiyetine vurgu yapmışlardır. Zaten, “Ali’yi seven, beni sever. Beni seven, Allah’ı sever.” diyen Hz.Muhammed onu sevmeyi Allah’ı sevmekle bir tutarak ondaki uhluviyete/tanrısallığa işaret etmiyor mu?
“Ali, camiye gitti, namaz kıldı, Ramazan orucu tuttu. Eğer onu seviyorsanız, siz de namaz kılın, ramazan orucu tutun.”, diye baskı yapan zalimlere Pir Sultan’ın verdiği yanıtı yineleyelim:
Alınmış abdestimi aldırırlarsa,
Kılınmış namazımı kıldırırlarsa,
Sizde Şah diyeni öldürürlerse,
Ben de bu yaylada Şaha giderim.
Yine Alevileri Kabe’ye yönelip secde etmeye ve onu ziyarete yani hacca çağıranlara da Yunus’un dilinden yanıt vermek gerek:
Çalış, kazan, ye, yedir.
Bir gönül ele getir.
Yüz Kabe’den yeğrektir,
Bir gönül ziyareti.
İkinci amaç için öalışanlar, tıpkı birinci amaçta olduğu gibi Hz.imam Ali’yi sadece 7. aırda yaşayan Ali olarak düşünmekte ve ona ilişkin yazılan Seyyid Radıy’a ait “Nehc’ül Belaga” adlı kitapta Hz.imam Ali’ye atfedilen söz/hadisleri temel alarak, ona şeriatcı, cihatçı vb. yakıştırmalar yapmaktadırlar. Buradan hareketle de günümüz Alevilerinin şeriata, cihatçılığa karşı oluşunu temel alarak Ali’siz yeni bir Alevilik inşa etmeye çalışmaktadırlar. Oysa Hz.imam Ali pek çok kez dünyaya gelmiştir. Hünkar bektaş Veli, Şah Hatai, Pir Sultan Abdal, Hz.imam Ali’den başkası değildir. Dolaysıyla, Ali denildiğinde sadece 7. asırda yaşayan Ali anlaşılamaz. Kaldı ki, şeriatçı, cihatçı oluşu da onların anladığı anlamda değildir.
İkinci amaç için çalışanlara yanıt da şudur:
(Aleviliğin İslam dışı gösterme çalışmalarındaki amaçlardan biri de eski Türk inançları ve kimi kültür ve inançlar ile olan bağını temel alarak onu İslam dairesinin dışına taşımaktır. Bu bağlamda dikkat çekici analizlerden biri de Nejat Birdoğan’a aittir:
“...Tanrısal köklerine bakıldığında, yani Alevi tapınmalarında ve inanmalarındaki ritüellerine bakıldığında, hiçbir özeliklerinin İslam dairesinden gelmediğini görüyoruz.... Cemlerdeki müzik, şiir ve semahın İslam kaynaklarında rededildiğini bilmekteyiz. Ruh göçü, tanrının insanda tecelli etmesi, halka namazı, kıbleye değil insana secde vb. davranmalar da bizi İslam dairesinin dışına taşımaktadır. Ehl-i Beyt yandaşlığı ise Şah İsmail Hatai’den sonra, yani 16. yy. Başlarından sonra bir takkiye, yani kimlik saklama... çabasından ileri gelmektedir.” (Aktaran: Burhan Oğuz, Türk Halk Düşüncesi ve Hareketlerinin ideolojik kökenleri, 3. cilt, s. 24). Arapların yaşadığı biçimiyle (ortodoks İslam) İslam dini tam anlamda özgün bir din midir ki, Türkler’in İslam’ı yaşayış biçimlerinden olan Alevilik tümüyle özgün olsun? İslam’da, Arap toplumunun İslam öncesi gelenekleri, inançları ve diğer kültürel birikimi yok mudur? Elbette ki vardır. Arap/Emevi/Abbasi İslam’ı ya da diğer bir ifadeyleortodoks İslam, Hz.Muhammed’in Tanrı’dan aldığı vahiyden ibaret olmayıp Tanrısal vahiy ile kadim Arap kültürünün tabii bir sentezidir.)
Hz.imam Ali’ye şeriatçı diyorsunuz. Hz.imam Ali’nin şeriatı her Alevinin de şeriatıdır. Alevilerin karşı çıktığı şeriat; egemen Emevi/Abbasi İslam’ının ürettiği ve gerçek İslam’da bulunmayan bir sürü çağ dışı unsurların oluşturduğu şeriattır. Hz.imam Ali’nin, dolaysıyla gerçek İslam’ın şeriatı; eşitçilik, adalet, özgürlük, ahlak, erdem, zulme karşı çıkış, iyilikten yana olup kötülüğü önlemek, insanları sevmek, Tanrı’yı bir bilip ona itaat etmek ve ona kul olmaktır.
Büyük Alevi ozanı Yunus Emre’nin tarzıyla söleyelim ki;
Bu, bidiğin şeriat değildir,
Şeriat var şeriat içinde.
Gittiğin yol tarikat değil,
Tarikat var tarikat içinde.
Hz.imam Ali’ye cihatçı diyorsunuz. Hz.imam Ali, gerçek İslam şeriatını yaymak için; yani ahlakı, erdemi, iyiliği, sevgiyi, adaleti yaymak için mücadele etmiştir. İşte gerçek cihat budur. Bu anlamda elbetteki cihatçıdır. Hz.imam Ali’nin yaşadığı dönemin koşulları ve mensup olduğu toplumun gelenekleri çerçevesinde davranmıştır. Ancak, Alevilere göre Hz.imam Ali, sadece İslam’ın ilk yıllarında yaşayıp gitmiş kişi değildir. O, Bektaş Veli donunda, Şah hatai donunda, Pir Sultan donunda tekrar gelmiştir ve gelecektir de. Her gelişinde de geldiği dönemin koşullarına göre davranıp müminlerin yol göstericisi olmuş, zulme karşı direnişin simgesi olmaya devam etmiştir. (Mustafa Cemil Kılıç, Laik Türkiye için Yükselen Alevilik, Kumsaati Yayınları, s. 117)
Münkirlere sözün kar etmiyeceği bellidir. Sünnilerin, Şiilerin, İnançsızların, Alevileri/O’na gönül veren müminleri, Hz.imam Ali’den ayırmaya güçleri yetmiyecektir. Onların, Hz.imam Ali’ye duyulan sevgi ve bağlılığı idrak edecek güçleri de yoktur. Kişi idrak edemediği şeyleri inkar edermiş. Bu nedenledir ki, onların Muhammed Ali yolunu anlamalarını ve benimsemelerini beklemek boşunadır.
Bu bilinç ve duyguyla sözlerimizi Kaygusuz Abdal’ın Ali sırrını açıkladığı bir nefesiyle bağlayalım:
Ali’ye ismullah derler,
Yüzüne secde derler,
Taş yerine koyarlar,
Koyamazsın demedim mi?
Bu Kaygusuz ezelden,
Himmet almış ol veliden,
Oku ilmini Ali’den,
Doyamazsın demedim mi?
Şah’ı Merdan Ali’nin sözlerinden Kesitler
» Sen ey insan, apaçık bir kitapsın. Öyle bir kitap ki, harfleriyle yüreğin okunur.
» İki şey vardır ki, sonu bulunmaz: Bilgi ve akıl.
» Bilgin ölü olsa da diridir. Cahil diri olsa da ölüdür.
» sana karşı kusurlu davranan kişi bağışlamanı dilerse bağışla. Çünkü, Allah’ın iyilikleri onun kötülüklerinden çok daha büyük olcaktır.
» Eğer yoksullaşırsan, yoksulluğunu gönül varsıllığı ile tedavi et.
» Sırrı erdemli insanlardan başkasına verme. Zira o sır yanlızca erdemli insanlarda sır olarak kalabilir.
» başkalarının sırrı sana emanet edilirse, onlara sahip çık. Dostlarının ayıplarını görürsen, üstünü ört ve sakla.
» Yerilen aşağılık kişiler, saygınlık döşeklerine oturacak olursa biz, ayağa kalkarız.
» Zulme ve zalime boyun eğen kimse, hem hakkından olur hem de şerefini yitirir.
» Akıl gibi mal, iyi huy gibi dost, edep gibi miras, ilim gibi şeref bulunmaz.
» Dert ve sıkıntının şiddetine sabır göster. Zirra onun da sonu gelecektir. Bil ki sabır, asalet derecesidir.
» Özgür insan tarafından yapıldığında iyilik, bir Nisan yağmuru damlasının sedef kabuğunda inciye dönüşmesi gibidir. Tutsaklığı babadan devralanlar içinse, yılların ağzındaki zehir gibidir.
» Emrin altında bulunanlar için yüreğinde muhabbet, merhamet duyguları ve lutuf eğilimleri besle. Sakın çaresizlerin başında, kendilerini yutmayı ganimet bilen yırtıcı bir canavar kesilme. Çünkü, onlar iki sınıftır; Ya dinden kardeşin, ya da yaradılıştan eştir san.
» Ne kötüdür haram yemek; zulmün en kötüsüyse zayıfa zulmetmek....
» Sana sert davranana karşı yumuşak ol. belki o da yumuşar. Düşmanına üstünlükle muamele et ve onu bağışla.
» Konuğuna gücün yettiğince ikramda bulun. Öyle ki, ona saygıdan seni mirasçı saysınlar.
» İki tür insan vardır; Bilen ve dinleyen. Diğerleri ise yaramaz çökeltilerdir.
» Bilim insanın güzelliğidir. Onu kazanmak için gayret göster. Onu kazan ki, kahrıyla yaşayan bir insan olma.
Sonuç:
1-Hz.imam Ali’nin kişiliği tanrısaldır. Bu tanrısallık “vahdet-i Vücud” anlayışı çerçevesinde düşünülmelidir.
2-Hz.imam Ali’nin tanrısallığının kaynağı, Kur’an’saldır. Kutsal kitap Kur’an’ı kerim’de “Biz insana, ruhumuzdan üfledik” denilmek suretiyle insandaki tanrısallığa ve insanların içinden seçilmiş olan resuller ve nebilerle birlikte Ehl-i Beyt’in ve on iki imamların uluhiyetine işaret edilmektedir. Nitekim, Ehl-i Beyt’in masumiyeti/günahsızlığı ve dolaysıyla tanrısallığı Ahzap Suresi’nde apaçık bir biçimde ortaya konulmaktadır.
3-Başta Sünni ve Şiiler olmak üzere diğer İslami ekollere mensup çevrelerin Hz.imam Ali’nin tanrısallığı inancı nedeniyle Alevilere yönelik, mütecaviz tutumları kaale alınmamalıdır. Mümin olmanın gereği teslimiyettir. Alevi olmak demek, Aleviliğin tüm inanç esaslarına hiç bir kuşkuya düşmeden sarılmak demektir. Hz.imam Ali’nin tanrısallığı da Aleviliğin birincil inanç esaslarındandır. Bu inaca bağlılık ve teslimiyet Alevi olmanın şartlarındandır.
Kitap: Alevi ibadetlerinin islam’daki yeri
Yazar: Mustafa Cemil Kılıç
Dizgi ve Düzenleme: Veysel Çoşkun
Ekleyen: Seyyid Hakkı