14- Türk Aleviliği -10
Türk Aleviliği -10
Aleviliğin Direği: Bağlama
Türk toplulukları, Aleviliği geç kabul etmelerine karşın, onu özüne ve uygun biçimde yaşamışlardır. Bu yaşatma, olduğu gibi sürdürme değildir. Türkler, Aleviliği son derece geliştirmişler, zenginleştirmişler ve boyutlandırmışlardır. İbadette geleneksel Bağlamalarını (Saz) kullanarak ulusal kültürü eskilerden bugünlere taşımışlardır.
Aleviliğin, Anadolu’da bir yaşama biçimine dönüştürülmesinde en büyük etkenlerden birisi, Sünniliğin getirdiği yasaklamaları redetmesinde yatar. Sünnilikte, saz, şeytan işi sayılmıştır. Şiir ve şairler lanetlenmiştir. Bu nedenle Osmanlı ynetimi de saz ve müziği yasaklayan bir tavır içine girmiştir. 16. yüzyılda Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin bu konuda verdiği vetfa, Sünniliğin olaya bakış açısını yansıtması bakımında öğreticidir. Bugünkü dille özetleyerek aktarıyoruz:
Soru: Bir kişi calgıcı olsa ve Müslüman olmayana çalgı çalsa, ona ne yapmak gerekir?
Cevap: Şiddetle azarlanıp hapsedilmeidir.
Suru: Çalgı çalan birisinin çalgısını, bir başkası vurup parçalasa... çalgıyı kırana ne yapmak gerekir?
Cevap: Çalgıyı kıran büyük sevap kazanmış olur. Çalgının ağaç olarak bedelini vermesi bile gerekmez.
Soru: Bie Şeyh, ‘Çalgılı düğüne giden kafir, karısı da boş olur’ dese şeyhe ne yapmak gerekir?
Cevap: Şeyh, bunu çalgıyla ilgili olarak söylediği içinona hiçbir şey yapılmaz.
Anadolu Aleviliği’nin olmazsa olmazı, cemin baş tacı olan bu bağlama; eldeki verilere göre; bundan bin beş yüz sene önce; Çin’de Sibiriya’ya kadar uzanan geniş bozkırda Türk çadırlarında çalınıyordu. Çinli ozan Türk’ün evi olan mavi çadır’ı anlatırken diyor ki: “Ozanın sazı bir köşede çıranklar/Neşeyle hoplar zıplar çocuklar” (Bu konudaki ilginç bilgiler için bak: Yabancı kaynaklara göre Tütk kimliği, s. 233 vd..) Günümüzde Türkmenistan’daki ozan sazı ile Hacı Bektaş Veli Dergahı’nda müzede saklanan saz birbirinin tıpatıp aynıdır. Bağlama; dinsel törenlerde Şamanların çaldığı ve aşkınlığı sağlamada araç kullandığı bir alettir. Bu sazıntarihinin binlerce yıl eskilere uzandığını Asya’da kayalara çizilmiş resimler açıkça gösteriyor.
Bu önemli ayrıntı, Servet Somuncuoğlu’nun yeni çikan eseri Taştaki Türkler’de bulunan fotograflarda açıkça görülüyor. Daha yeni yeni bilim dünyasına sunulan kaya resimleri, Moğolistan’dan Sıbirya’ya ; Sıbirya’dan Anadolu’ya kadaraynı üslubu yaşatıyor. Dağ keçileri, geyikler, ölümsüzlük ağacı, at, kurt, avlanan insanlar (ok-Yay-mızrak), güneş, alp, dolu tutan alp yüz binlerce defa kayalara işlenmiş bulunuyor. Tamgaların giderek Türk alfebesine dönüşmesi de bu binlerce yıllık süreçte rahatça izleniyor. Böylece; insanlığın en eski yazılı kaynaklarından birisini Türklerin Avrasya bozkırlarına bıraktıkları anlaşılıyor. İşte o kaya resimlerinde saz çalan ozanlar da görülüyor.
Türklere özgü olan bu saz, kutsaldır. Örneğin bir Şaman metninde anlatılır ki: “Kopuzu (bağlamayı) atlarla yarıştırmak istediler. Bir ağaca bağlanan bağlamayı onu çalan Barlıbay Baskı (Bahşı. Budist Türklerdeki din adamı/dede) ırlarıyla (kutsal şiir/dua, nefes) çağırınca; ağacı kökünden söken kopuz, yarıştığı atlardan önce Baksı’nın yanına vardı.”
Dede Korkut hikayeleri’nde özelikle Bamsı Beyrek hikayesinde ozan ve kopuz çok canlı biçimde, bu geleneğe uygun olarak anlatılmıştır. Buradaki adı da Dedem Korkut Kopuzu’dur.
Kopuzun bağlama adı altında kutsallığı Anadolu’da aynen devam etmiş; bağlamaya Telli Kur’an adı verilmiştir. Böylece bağlamanın cem törenlerinde eğlence için değil, kutsal fikirleri ve duyguları aktarmak için kullandığı belirtilmiş olur. Bağlama; tıpkı Kur’an gibi kılıfına konulup duvara asılır ve çalınacağı zaman da ancak üç kez niyaz edildikten (öpüldükten) sonra kullanılabilir. Şaman davulunun yerini alan kopuz, Anadolu’da hala kutsallığını sürdürmektedir.
Bu kutsallık; bağlamanın Türk dilini ve müziğini yaşatmasından gelmektedir. Kopuz ve ardılı olan bağlama, Türk kültürünü aktaran en önemli alettir. Cem törenlerinde bağlamayı çalana ozan (oyun, baskı, kam, aman) artık Hak aşıkı olarak kabul edilmektedir. Bunlar, geçmişte, bir ustanın yanında yıllarca onun sazını taşıyarak ve hizmet ederek yetişiyorlardı. Aşıklar, gezginlik olduğundan, kültürleri bir yerden öbür yere taşıma işini de bunlar yapıyorlardı. Alevilerde aşık, Hakk’ı (Allah’ı, Tanrı’yı, ) ve adeleti temsil eder. Zakir (Hakk’ı zikreden/söyleyen) de denilen aşıkın dilinden ve bağlamanın telinden yükselen sesler kutsaldır. Anadolu Alevi inanışına göre Kur’an’ın ebedi ve küresel mesajları ancak ses/söz/bağlama üçlemesiyle açığa çıkar. Alevi kimliğini, felsefesini anlatan ulu ozanlar (Aşıklar) bu yüzden her şiirlerinde, mutlaka Allah Muhammed Ali kavramına gönderme yaparlar.
Son yıllarda bağlama toplumumuz içinde hızla yaygınlaşarak sadece Alevilerin değil bütün Türk halkının sivi sazı haline gelmiştir.
Cemde bağlama çalacak zakirler, önce bağlamalarını sağ koltuk altlarına alıp dedenin önünde dara dururlar. Dede, ilgili duayı (gülbangı) okuduktan sonra aşıklar zakirlik işine (çalıp söyleme işi) başlıya bilirler.
Anadolu’ya geldiği dönemlerde ve 15. yüzyıl dolaylarında, bağlamanın ozan kopuzu ve Rum kopuzu diye ikiye ayrıldığı anlaşılıyor. Ozan kopuzu eski geleneği sürdüren üç telli bir sazken, Rum yani Anadolu kopuzu biraz daha büyük olup beş telli imiş.
Kopuza benzeyen sazların eski Anadolu uygarlıklarında kullanıldığına ilişkin bulgular da var. Fakat, 1500 ile 2000 yıllık süre içinde ve Hıristiyan uygarlığının etkisiyle be sazlar ve kültür, Anadolu’dan yok olup gitmişti. Bu nedenle, kopuzun kaynağını eski Anadolu veya Mezopotamya uygarlığına bağlamaya kalkışmak zorlama bir yorumdan başka şey değildir.
Bağlamanın, bozuk, cura, divan (meydan), saz (çöğür) gibi türleri vardır. Alevi müziğine tam bir uyum gösteren sazdır. Alevi dinsel müziğinin kuruluşu bu saza dayanır. Meydan sazı, tören sazıdır. Cemde çalınan saz anlamına gelmek üzere meydan sazı adı verilmiştir. Divan sazı adı verilmesi de, Hak divaında çalınıyor olmasına inanılmasından kaynaklanmıştır. Bu sazlarda, çokseslilik izini de bulma olanağı vardır.
Bağlama, tezeneyle çalındığı gibi şerpe denilen parmakları vurarak çalma biçimi de vardır. Amatör cem zakirleri, genelikle şerpe çalarlar. Şamanizmin bir öğesi olan ve bu inanç biçimini günümüze aktaran bağlama, artık bütün Türkiye’nin sazı haline gelmiştir.
Müzik
Anadulu Aleviliğinin en önemli kurumlarından birisi de müziktir. Dinsel kaynaktan yola çıkarıp giderek sivilleşen Alevi müziği, Türk halk müziğinin kaynağını oluşturur. Zaman içinde, Alevi müziğinin etkisiyle, Sünni kesimde de müzik etkinlikleri oluşmuştur.
Alevi müziği, konu ve işlevine göre ikiye ayrılmıştır. Bunlardan birincisi dinsel tören müzikleridir. Bu müzik türünü yanlızca Aleviler bilmektedir. Alevi cemlerinde yaratılan bu müzik, başlangıçtaki Alevi takkiyesine bağlı olarak gizlenmiştir. Bazı araştırmacıların gizli müzik dedikleri tür budur. Bu müzik, Şamanizmdeki törenlerde kamların/oyunların okuduğu parçaların çağdaş ve Islami biçimi olarak şekillenmiş, gelişmiş ve çok çeşitlenmiştir.
Alevi müziğinin ikinci kolunu ise sivil müzik türleri oluşturur. Bu müzik türleri, Türk halk müziğinin genel parçaları içinde yer alırlar.
Bizim burada üzerinde duracağımız gizli Alevi müziğidir.
Alevi dinsel müziğinin (gizli müzik) belli başlı türleri; şiirin niteliğine bağlı olarak şöyle sıralanabilir: (Örnek olması bakımından verilen şiirlerin yanlız ilk dörtlüklerini yazdık.)
1- Deyiş
Sebest konulu, güncel yaşamı Alevi felsefesine göre tasvir eden ve az da olsa öğretici yönü bulunan müzik ve şiir biçimidir. En yaygın türlerden birisidir. Bazı deyiş örnekleri şöyledir:
Karşıki karlıca dağı gördün mü
Buldurmuş eyyamın eriyip gider
Hiç akan sulardanibret aldın mı
Yüzünü yerlere sürüyüp gider
Hatayi (Şah Ismail)
Seyyah oldum şu alemi gezerim
Bir dost bulamadım gün akam oldu
Kendi efkarımca okur yazarım
Bir dost bulamadım gün akam oldu
(.....)
Kul Himmet Üstadım
Dostun bahçesine bir hoyrat girmiş
Koru dur hey benli dilber koru dur
Gülünü dererkendalını kırmış
Kurudur hey benli dilber kurudur
(.....)
Pir Sultan Abdal
Cemlerde, deyişlerin yanı sıra, taşlama niteliği bulunan besteler de okunur. Bunların okunması, deyişlerde olduğu gibi törenin başlangıç dönemine denk düşer ve canların ruhen dirilmelerini sağlar. Bu türden, ilginç iki örnek vermek istiyoruz. Şiirler ve bestelerden birisi, günümüzün ozanlarından Derviş Kemal’e, diğeri Aşık Yener’e aittir:
Boşlukta sallanan kürre-i arzın
Dayanak noktası üç olsa gerek
Lakin, hakikatı münkir yobazın
Kafasına sokmak güç olsa gerek
Münkirin farz deyip gittiği Mekke
Kazanmak içindir bir gümüş sikke
Gururla giydiği bere ve takke
Başsız gövdelere tac olsa gerek
Erenler yoluna gönül verenin
Korkusu tükenir Hakka erenin
Gönül kapısında kalbe girenin
Yaptığı en makbul hac olsa gerek
Göz ile görmeden yalan söylemek
Ademi ademden tefrik eylemek
Oruçla namazla cennet peylemek
Tanrı’nın indinde suç olsa gerek
Derviş Kemal der ki yemişsiz taşı
Gözümüzden döktük kan ile yaşı
Kerbela’da Imam Hüseyin’e karşı
Cihat açan Yezid piç olsa gerek
Derviş Kemal
Nurcu nişanını takan
Kızılbaş mı karbaş mı
Memlekete nifak sokan
Kızılbaş mı karbaş mı
Madem günah imiş sazlar
Çalsın sizin davulbazlar
Çember sakallı yobazlar
Kızılbaş mı karbaş mı
Gerici tekkesini giyen
Olmadık herzeler yiyen
Atatürk’e gavur diyen
Kızılbaş mı karbaş mı
İzmir Menemen’de esen
İsyan bayrağını asan
Tegmen Kubilay’ı kesen
Kızılbaş mı karbaş mı
Ölme Pir Sultan’ım yaşa
Yandı Sivas baştan başa
Eli kanlı Hızır Paşa
Kızılbaş mı karbaş mı
Kerbela’nın susuz çölü
Eser durur bir sam yeli
Ehl-i Beyt’e kıyan deli
Kızılbaş mı karbaş mı
Muaviye hin oğlu hin
Oğlu Yezid ondan hain
İbni Mülcem denen lain
Kızılbaş mı karbaş mı
Aşık Yener öter dalda
Gönlüm yurtseverlik solda
Dönmez hak bildiği yolda
Kızılbaş mı karbaş mı
Aşık Yener
2- Nefes
Daha çok dinsel içeriği bulunan şiirlerin adıdır. Öğüt veren, ders veren, Alevi felsefesini yansitan şiir-müzik biçimi olarak Alevilikte en gelişmiş türdür. Fakat, nefesin de deyiş benzeri müziği bulunur. Kısacası, şiirle müzik iç içe geçmiştir.
Uyur idik uyardılar
Diriye saydılar bizi
Koyun olduk ses anladık
Sürüye saydılar bizi
(.....)
Pir Sultan Abdal
Vahdet kaynağından dolu içenler
Kanmıştır badeye arap istemez
Hakikat sırrına candan erenler
Ermiştir mahbuba mihrap istemez
Bu yolda can yoktur canan isterler
Gönül kabesinde erkan isterler
Ademe secdeyi her an isterler
Başka bir ibadet sevap istemez
Ariftir Mushaf’tan dersler okuyan
Tevrat’ı, Incil’i ezber okuyan
Cemal’i Mushaf’ı bir bir okuya
Almıştır fermanı, Kur’an istemez
Nesimi’yem aşkla zar ü zar lan
Ezel ikrarından ber karar olan
Kiramen Katib’e yar’ı gar olan
Üşmüştür defteri, kitap istemez
Kul Nesimi
Alevi felsefesinin özeti sayşiirde özetle şunlar söyleniyor:
1- Bizler, bizi ebedi gerçeğin özüne götürenbirlik dolusunu (içkisini) içtik, bu nedenle şaraba ihtiyacımız kalmadı. Asıl gerçeğe, ebedi gerçeğe ulaşarak sevgiliye (Hakk’a) kavuştuk; bunun için mihraba gereksinimimiz kalmadı. (Cami’ye gitmemize gerek yok).
2- Bizim yolumuzda canın önem yoktur, biz cananı (sevgiliyi, ebedi gerçekleri) arıyoruz. Gönlü kabe bilir, gönüle ulaşma yolunun kurallaına uyarız. Biz; bu nedenle, insana secde ederiz; bizim için bundan başka bir ibadet biçmi yoktur.
3- Söylediği sözleri, Tevrat’an Incil’den anlamlar taşıyan Kur’an’ın gerçeklerini ortaa çıkaran, bizleriz. Biz Kur’an’ı, insanın yüzünde bulur ve oraaki Kuran’ı okuruz. Bize başka bir Kur’an gerekmez
4- Bizler, ebedi gerçekler peşinde koşmaktan yanıp yakılan ama yılmayan insanlarız. Ezelden evet dedik ve bu sözümüzden asla dönmeyiz. Biz zaten meleklerle dostuz. Bu nedenle, günh sevap melekleri bizim günahımızı, sevabımızı yazmayı bırakmıştır.
3- Düvaziman (Düvezdeh Imam)
Düvazdeh Imam, farsça, 12 Imam anlamına gelir. İçinde, 12 Imam’ın adının geçtiği müik türü düvazimam veya düva diye adlandırılmıştır. Bu şiir-müzik türü decemlerin en temel müziklerindenir.
Her sabah her sabah ötüşür kuşlar
Allah bir Muhammed Ali diyerek
Bülbüller gül için figana başlar
Allah bir Muhammed Ali diyerek
(....)
(Şiir, 12 Imamların adını anmadan bitirilmez)
Kul Himmet Üstadım
Divan tarzıyla da çok sayıda düvaziman yazılmıştır. Eski dönemlerde halk bunları anlayabileceği için cemlerde bu tarz yazılmış şiirler de bestelenerek okunmuştur. 16. yüzyıl başlarından bir örnek:
Hamdülillah biz Muhammed’ten okuduk defteri
Nokta nokta harf be harfbildik rumuz-ı Hayder’i
(Tanrı’ya şükür, bi bilgiyi Peygamberin endiinden aldik. Çünkü bizim bilgimiz Imam Ali’ye dayanır. O ise peygamber Muhammed’in bilgsine ulaşmak için girilecek ek kapıdır.)
Şah Hasan, Şahım Hüseyin’i, Kerbela meydanının
Merdiyim, sevdim gönülden Abidin ü bakır’ı
(Ben, Şah (Imam)Hasan’ın; Kerbela şehidi Şahım Hüseyin’nin korkayan yandaşıyım. İmam Zeynel Abbidin ve Imam bakır’önüden severim.)
Uymaza hergiz Yezid’in kavline ü fiiline
Mezhebim haktır, hakikatcaferi’yim caferi
(Ben; Yezid’in asla sözüne ve işlerine uymam. Benim yolum gerçek yoldur; çünkü ben Caferi’yim.)
Ben Imam-ı Kazım’ın rahında kurban olmuşam
Şah Ali Musa Rıza destinden içtim kevseri
(Ben Imam Kazım’ın yolunda kurban olurum. Kevser suyunu (gerçek bilgiyi) ImamMusa Rıza elinden içtim.)
Hem Muhammed’tir takitacım serimde aşkar
Gün gibi verdi ziya zahir oluptur envari
(Imam Taki, benim başımın tacıdır. Onun aydınlığı ortaya çıktı ve gün gibi ışık saçtı.)
İlm-i vahdet cavidanı bil Naki’dir vaiza
Bir nazar kıl vechim üzre, hat-ı Şah-ı Askeri
(Ey camide nutuk atan vaiz! Vadet bilgisinin sonrasızlığınınkanıtı Imam Nki’dir; bunu öğren. Bir kez yüzüme bakarsan göreceksin ki, orada Imam Askeri’nin yüzü çizilidir. –Benim yüzüm mam Askeri’nin yüzüdür-)
Mehdi-i sahip-zamandır asl-ü fer-ü müminan
Huccetül kayyum odur, olduk biz anınçakeri
(Bütün müminlerin gücü, övücü ve aslı; zamanın sahibi olan Imam Mehdi’dir. O tanrı’nın kanıtıdır ve bizler ancak onun hizmetlileriyiz.)
Dünya vü ukbadan el çekmiş feragat kılmışız
Ne hesabı, ne azabı ola yevm-i mahşeri
(Biz bu dünyadan da öbür dünyadan da el çekmiş, vazgeçmiş insalarız. Bizim için; Mahşer günü ne azap, ne de sevap günüdür.)
Hak-ı pa-yi Hadar’ım, ismim Virani’dir benim
Olmuşam bin can ile uş Kanberi’nin kanberi
(Ben; Imam Ali’nin ayağının toprağıyım, adımsa Virani’dir. Bir değil bin canım bile olsa; bin canımla, Imam Ali’ye hizmet eden Knber’e hizmetli olurum.)
Virani (Viran Abdal)
İki turnam gelir bası çığalı
Eğlenturnam eğlen Ali misin sen
Birisi Muhammed birisi Ali
Sğlen turnam eğlen Ali misin sen
Yoksa Hacı Bektaş Veli misin sen
(....)
Ilhami Dede
4-Mersiye (Ağıt)
Alevi yol büyüklerine ve zelikle Imam Hüseyin’e ağıt olan bir müzik ve şiir biçimidir. Bu müziğin şiiri; hece ölçüsüyle olduğu gibi aruz ölçüsüyle de yazılmıştır. Muharrem matemiyle ilgili olanlarına da Muharremiye adı verilir.
Kerbela’da uçan dertli turnalar
Bakın Hüseyin’e yarelendi mi
Zalim Yezidlerin kanlı eliyle
Mübarek bedeni parelendi mi
(Oy zalim dünya)
Hüseyin’e değdikçe hançerler oklar
Arşa direk oldu ahü firaklar
Perişan oldu mu Masum-i Paklar
Evled-ı Ali’ler zarelendi mi
Derviş Kemal der ki unutma dünü
Canlar Kerbela’ya çevirmiş yönü
Muharrem ayında aşura günü
Muhammed ümmeti karelendi mi
Derviş Kemal
Çıkıp dört köşeyi seyran eyleyen
Yaraların bende Imam Hüseyin
Hak için canını kurban eyleyen
Yaralarım bende Imam Hüseyin
(.....)
Burhan
Düştü Hüseyin atından sahra-yı Kerbela’ya
Cibril git haber er, Sultan-ı Enbiya’ya
5- Naat (Övgü)
Özellikle Hz.Ali’yi ve peygamberi öven şiirlerdir. 12 Imam ve Hacı Bektaş Veli için de naat yazılmıştır. Bunların kendilerine göre besteleri vardır. Naatın zıttı olarak, Yezid ve soyuna, Mervan ve soyuna lanet çeren bir tür daha vardır. İmam Ali’nin doğum günü olan 21 Mart’taki Neruz Bayramı, Alevilerin kutlu günlerindendir. Nevruziyye adı verilen şii-müzik türü bu olguyla ilgilidir. Bu türü de naatın içine katabiliriz.
Yolcu oldum yola düştüm
Yollarım Ali çağırır!
Bülbül oldum güle düştüm
Güllerim Ali çağırır
(.....)
Pir Mehmet
Evvel, ahir dilimizde harf-i bismillah Ali
Zahir ü batında gördük küntü kenzullah Ali
(Hz.Ali; Kur’an, besmeleden, besmele de “b” harfinde, “b” harfi ise altında bulunan noktadan ibarettir. Ben işte o noktaım demiştir. –Arap “b” harfinin altında nokta bulunur.- Ozan burada, buna işaret ediyor ve Imam Ali’nin, hem zahir anlamda, hem batın anlamda Tanrı’nın bilgi hazinesinin taşıyıcısı olduğunu vurguluyor.)
Önümüzde ardımızda, sağımızda solumuzda
Kanceru kim azm kılsak sümme vechullah Ali
(Sağa, sola, öne arkaya nereye bakarsak bakalım, gördüğümüz Tanrı’nın yüzü olan –onun görüntüsü olan- Ali’dir.)
Yatmada, oturmada ve durmada hem gitmede
Hem kadem, menzil be menzil fi sebilullah Ali
(Her yerde, her noktada duran ve giden Ali’dir. O Tanrı yolunda verilendir.)
Yerde gökte ayda günde cümleten eşyada ol
Berrü bahre şöyle dolmus Hak veliyullah Ali
(Yerde,gökte, her varlıkta beliren Ali’dir. Kara ve denize dolan, onları oluşturan Tanrı’nın velisi olan Ali’dir.)
Ey Virani men ledün ilmine sen açtın gözüm
Gördün anda harf be harf tevil-i lmullah Ali
(Ey Virani, sen Tanrısal bilgiyi aralamaya başladın. Ve orada; harf harf, Tanrı’nın ilminin yorumlanmasının Ali olduğunu anladın.)
Virani
Zulmet deryasını nur edip gelen
Hızır Ilyas, Şah-ı Merdan Ali’dir
Garibin, mazlumun halini bilen
Hızır Ilyas, Şah-ı Merdan Ali’dir
(......)
Şükrü Metin
6- Zülfikarname
Bu şiir türü, Hz.Ali’nin yigitliğini ve kılıcı Zülfikar’ın keskinliğini anlatır. Temeli, La fete illa ali; la seyfa illa Zülfikar biçimindeki adistir. Ali’den üsün yiğit, Zülfikar’dan keskin kılıç yoktur; anlamındadır.
Zülfikarnameler, özellike bu sözün dörtlük sonlarında yinelenmesiyle oluşu.
7- Miraçname (Miraciye)
Bu müzik; Miraç olayını anlatan şiirle iç içedir. Peygamber’in Miraca gidişi, yolda önüne arslanın çıkması, yüzüğünü arslana vererek geçmesi, geri dönü Kırklar Meclisi’ne varması söylencesi anlatılır.
Çok değişik bestelerle, bu olay renklendirilmiştir. Miraçnamenin en ünlüsü, “Ali bizim şahımız, Kabe kıblegahımız / Mirac’taki Peygamber, o bizim padişahımız!” dörtlüğü ile başlayan Bektaş Çelebi’nin bestesidir ki her cemde mutlaka okunur.
8- Devriye
İslam inancına, Çin-Hind dinlerinin bir katkısı olan tasavvufun temel ilkelerinden birisin “devir nazariyesi” oluşturur. Kur’an’daki “Allah’tan geldik Allah’a döneriz.” İşaretinde şekillenen b teoride, ruh, madenler, bitkiler, hayvanlardan geçerek insandan bedenleşir. Sonra da Allah’a yönelir ve onda kaybolur ki buna fenafillah makamı denilir. Allah’la birlikte olmak bekabillah amaçtır. Ruhun bu dolaşımını anlatan devriyeler, hululreenkarnasyo fikirlerini de içeren bir yapıda ortaya çıkabilir. Tasvvufun bu katkısı, Aleviliğin felsefi zenginliğini oluşturan direklerden birisidir.
Cihan var olmadan, ketm-i Adem’den
Hak ile birlikte yektaş idim ben
Yarattı bu mülkü çünkü o demeden
Yaptım tasvirini nakkaş idim ben
(.....)
Şiri (Bektaş Çelebi)
9- Taşlama
Taşlama, halk edebiyatında ve dinsel edebiyatta önemli bir şiir türüdür. Kişilerden düzene, doğadan hayvanlara kadr geniş bir yelpaze içinde taşlama yapılmıştır. Alevi edebiyatında taşlama, daha çok Sünni ideolojiye yöneliktir. Burada bir savunma tavrı da göze çarpar.
Zahida yanaşma semt-i sal’ata
Çok girip işleyip ol yandan geçtim
Değişme cenneti iki rekata
İkisi de senin ben andan (ondan) geçtim
Zahit dinin kaydın edeli zail
Rah-ı hakikate olmuşuz vasıl
Ol küfr-i zülfüne olalı mail
Seyr-i ruh ü din üimandan geçtim
Sofi muhabbete nedir inadın
Eşek deyü daim söylenir adın
Al eğer can ise bugün muradın
Zahmi gibi ben de bu candan geçtim
Zahmi, 19. yy
Bende-i Al-i Resul’e taş atan ey bi-haya
Kavm-i batılsız, advet sinenizde var daha
Ümmet-i peygamberiz dersiz, edersiz iftira
Pişuvanızdır Muavi, bu değil asla hafa
Mayeniz Süfyani’lerden buldu çün neşv ü nema
Kasdınız Al-i Resul’e eylemek hala çefa
Dürri, 19. yy
Zühd ü riya ile olan ibadet
Hatadır Hazret-i Settar’e karşu
Böyle namaz ile olmaz ümmet
Hiç kimse Ahmaed-i Muhtar’e karşu
Harabi, 19. yy
10- Şathiyye
Alevi aşıkların coşup kendilerinden geçtikleri anda dile getirdikleri görüşleri içeren şiir türüdür. Erenlerin bu nutukları, atm bir aşkınlığı anlatır. Bu şiirlere zahiren bakılırsa; kesinlikle söyleyenin dinsizliğine ve katline hükmedilebilir. Büyük gerçeküstücü ozanımız, Abdal Musa Dergahında pişen Kaygusuz Abdal’ın aşağıdaki çok ünlü şathiyesi böyle bir eserdir:
Yücelerden yüce gödüm
Erbabsın sen yüce Tanrı
Bu Allahlığı nereden
Satın aldın kaça Tanrı
Ali ile bir olmuşsun
Bir mektepte okumuşsun
Ali olmuş hafız kelam
Sen okursun hece Tanrı
Kıldan köprü yaratmışsın
Gelip kullar geçsün deyü
Hele biz beri duralım
Yiğit isen geç a Tanrı
Yaratmışsın bağ ü cennet
Kulların etsinler sohbet
Cehennemi niçin yaptın
Be akılsız koca Tanrı
Unuttun diye namazı
Bizi ateşe atarsın
Ku yanması abes değil
Gel bas kızgın saca tanrı
Senin kulların anılır
Anası atası ile
Anan yoktur baban yoktur
Benzersin bir piçe (hiçe?) Tanrı
Seni her yerde görürüm
İçin dışını bilirim
Sırrın halka faş ederim
Halin olur nice Tanrı
Kaygusuz’um der buradan
Cümle mahluku yaradan
Kaldır perdeyi aradan
Güzelim bilece Tanrı
Kaygusuz Abdal
Hemen belirtelim ki bu eserler; özünde Sünni Islam anlayışının tasarlayıp dayattığı Allah kavramı ve cennet-cehennem inancına yönelik eleştirilerden ibarettir. Batıni Islam anlayışını benimseyenler; zahiri Islam anlayışını hep tenkit etmişlerdir. Ozam kimi zaman çoşunca böyle yükeerde uçabilmiştir.
Alevilğin Sünnilikten farklı olduğunu göstermek için una bene çok nutuk söylenmiştir. Örneğin Seyyid Ali Sulatn (Kııl Deli Sultan) şu beyitinde bunu dile getirir:
Biz bir ayet okuruz hiç Kur’an’a benzemez
Bu bizim imanımız bir imana benzemez
Elbette Sünni Islam; bu tür şiirleri dinsizlik saymıştır. Yunus Emre’nin kafir ilan edilmesinin sebebi de şathiyeleridir.
11- Muharremiyye
Bu şiir türü; Muharrem ayını ve özellikle de Aşura’yı, Imam Hüseyin’in şehit edilişini anlatır. Muharremiye; oruç sırasında matemiçin okunan ve çoğu da besteli olan bir türdür. Alevi fikrinin Anadolu’daki en güçlü temsilcilerinden birisi olan Yunus Emre de koyu bir Ehl-i Beyt dostu olarak Muharremiye yazmıştır.
Ayetler ile bilinen
Her yerde hazır bulunan
Cennet içinde salınan
Hasan ile Hüseyin’dir
Bunda Aşura eyleyen
Hem ruhunu şad eyleyen
Anda şefaat eyleyen
Hasan ile Hüseyin’dir
Muhammed’dürür dedesi
Gayet oldu ol gün ıssı
Evliyalar serçesmesi
Hasan ile Hüseyin’dir
Kanlı gömleğinı alan
Düşmanın karşı duran
Yezid’e kılıçlar salan
Hasan ile Hüseyin’dir
Yunus eyder onda kalan
Bu dünyanın sonu viran
Kerbela’da şehit olan
Hasan ile Hüseyin’dir
Muharremiye, saray edebiyatının da bir ürünü olarak gelişmiştir. Divan edebiyatında karşımıza daha ağdalı bir dille çıkar. Halk ozanların da kimi zaman, bu türü Divancılar gibi işlemişlerdir.
Alı kamer (ay) devredüben geldi Muharrem mahı (ayı)
Sen de gel mümin isen eyle bugün ah ü vahı
Görmedi didiler (gözleri) nur-ı Resullah’ı (Peygamber’in nurunu)
Fikretmediler en sonra Huzurullah’ı
Ah şehid etti Yezid, nesli mutahhar (soyu temiz) Şah-ı
Lanet-i Hakk’a seza oldu ebed vallahi
Sonsuza kadar Allah’ın lanetine uğradı vallahi
(....)
Zahmi
12- Nutuk (Öğüt / Pendname)
Alevi ozanların öğüt niteliğindeki şiirleri ile hikmetli sözleri nutuk olarak adlandırılmıştır. Saygın bir dal olarak kabul edilmiştir. Erenlerin sözleri (nutukları) ve nazarı (bakış) kutsal kabul edilmiştir.
Sana yerden gökten büyük nasihat
Gördüğün ört görmediğin söyleme
Erenlerden pirden budur emanet
Gördüğün ört görmediğin söyleme.
(....)
Azbi
13- Nevruziyye
Bu şiir türü, Nevruz günü ve Nevruz törenlerinde okunurdu. Nevruzda yapılan cemlerde mutlaka bu konu işlenirdi. Hz.Ali’nin doğum günü sayılan Nevruz; Türk kültürünün Orta Asya’dan beri taşıdığı kutsal günlerden birisidir. 21 Mart’ı 22 Mart’a bağlayan gecede (eski yılbaşı) Nevruz törenleri yapmak kuvvetli bir gelenek idi.
Lamekan ilinden bir sada geldi
Nevruzunuz canlar mübarek olsun
Kalbi müminana bir safa geldi
Nevruzunuz canlar mübarek olsun
Veladet günüdür Hak Mürteza’nın
Şemşir-i kudretle ol Kibriya’nın
Nare-yi Haydar tek açıp dehanın
Nevruzunuz canlar mübarek olsun
(.....)
Didari
14- Semah Müzikleri ve Semah
Anadolu’da cem törenlerinin parçası olarak yapılan semah, müzikle iç içedir. (Ayrıntılı bilgi için deyimler bölümüne bakınız.)
Kitap: Türk Aleviliği
Yazar: Rıza Zelyut
Ekleyen: Seyyid Hakkı