19- Türk Aleviliği -15
Türk Aleviliği -15
Şah Ismail (Hatai)
İran’da, Türk boylarına dayanarak Safevi devletini kurmuş olan Şah Ismail (Alevilerde bilinen adıyla Hatai), güçlü bir ozan ve mürşid (önder) olarak Alevi kimliğinde çok önemli bir yere sahiptir. Alevilerin dinsel törenleri (Cem ayini) sırasında okunan nefeslerin en önemlileri Hatai’dendir. Kendisine “Şah hatai” de denir...
1486 yılında doğup 1524 yılında ölen Şah Ismail, kitaplarında Erdebil Şeyhi diye adı geçen Safiyüddin’in soyundan gelir. Alevi büyüklerine Şeyh denilmediği için, Safiyüddin Aleviler arasında Şah Safi adıyla bilinir... Kendisi Safiyüddin-i Erdebili diye de anılır. Onun soyundan ve yolundan gidenlere Erdebil Süfileri denilir. Anadolu’da Sufiyan veya Sufi Sürekleri denilen Alevi çoğunluğu da bunların erkanını uygulamıştır.
Şah Safi’nin soyundan gelenler Safevi denilmiş, Şah Ismail’in kurduğu devlete, bu nedenle Safevi Devleti adı verilmiştir.
Şah Safiyüddin, Azerbeycanlı bir Türk ailesinden gelir. Daha başlangıçtan beri Safi’ye, çevresindeki Iranlılar Türk Şeyhi ve Türk Genci diye hitap ediyorlardı. Safiyüddin’in soyunun ortalama 25 kuşaklı bir zincirle yedinci Imam Musa-i Kazım’a bağlandığı ileri sürülür.
Safiyüddin Erdebili 1252’de Erdebil’de doğdu. Firuz Şah’ın torunu olan Safiyüddin, Şeyh Zahidi Geylani’den el aldı ve ondan ders gördü. Şeyh Zahidi Geylani Alevi idi. Safiyüddin, kısa bir süre içinde tasavvuf konularındaki bilgisiyle ün kazandı ve Şeyh Zahidi Geylani’nin ölümü üzerine onun postuna oturdu. Burada, Alevi düşüncesini yaymaya başladı. Şeyhin kızı Bibi Fatma ile evlendi. İran Ilhanilerinin veziri olan yazar Reşidüddin ile yakın ilişkiler kurdu, Raşidüddin tarafından saygı ve sevgi gördü, korundu. Zamanla, çevresinde toplananlar, ona bağlananlar çoğaldı. Halk üstündeki etkisi, Moğol hükümdarı Emir Çoban’ın ilgisini çekti. Emir Çoban, Safiyüddin’i ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında, Safiyüddin, Moğolların Iran halkına yaptıkları baskıyı Emir’e anlatarak baskının kaldırılmasını sağlandı ve halkı huzura kavuşturdu. İslam dünyasının her tarafından kendisini akın akın görmeye gelenler oldu. bunların önemli bir bölümü de Anadolu’dan gelen Alevilerdi.
Şeyh Safi ölünce (1334) oğlu Sadrettin Musa posta oturdu. 1334-1392 yılları arasında postta kaldı. yandaşları binleri buldu.
Hoca Alaüddin Ali, (şeyhliği 1392-1428) babasından sonra tarikatın başına geçti. İlk Osmanlı Padişahları bu tarikatın şeyhlerine her yıl Çerağ Akçesi adıyla hediye gönderirdi. Hoca Ali’nin, Timur üstünde büyük nüfuzu vardı. Ankara Savaşı’ndan sonra (1402) Timur’un, Anadolu’dan Iran’a götürdüğü Türkmenler, Hoca Ali’nin, ricasıyla Erdebil’e yerleştiler ve Hoca Ali’nin müritleri oldular. Bunlardan bir kısmı Anadolu’ya dönerek, pirlerinin propagandasını yapmaya başladılar. tarikat merkeziyle uzak yerlerdeki müritler arasında rehber aracılar vardı.
Timur’un Etkisi
Türkiye’den dışlanan Türk büyüklerinden birisi de Timur’dur. Orta Asya’da Moğolların Türkleşmesi sürecinde ortaya çıkan bu cihangir sultan; tam bir Türkçüydü. Yıldırım Beyazid ile savaşmak istemiş ama Osmanlı Sultanı Bayezid şımarık ve küstah tavrı ile Ankara Savaşı’na sebep olmuştu.
Emir unvanıyla bilinen Timur diye de anılan bu padişah Çin’den Ege Denizi’ne kadar her yeri hükümü altına almıştı.
Timur; Erdebil’de Şah safi’nin torunu Hoca Aliile görüşmüştü. Hoca Ali’den etkilenen Timur; Erdebil ile çevresindeki köyleri bu aileye vermiş; Safevi ailesinin istediği gibi davranması kolaylığını getirmişti. Bu yetki; ailenin gücünü olağanüstü artırmıştır.
Hoca Ali’nin Timur’u etkilediği ve Ehl-i Beyt yanlısı yaptığını tarihsel olaylar gösteriyor.
1400’de Suriye’yi ele geçiren Timur, Şam’da “Ben Yezid yanlısıyım, onu tutanlar yanıma gelsin!” diye duyuru yaptırmış, gelen 15 binden fazla Şamlı’yı kılıçtan geçirmiştir; diğer rivayete göre ise bunları Emevi Camii ile birlikte yaktırmıştır.
Timur, ‘da Yezid’in mezarını açtırmıs, Yezid’in kemiklerini yaktırmış; kabri de asker pisliği ile doldurmuştur. (Oruç Beg, s. 58, Tercüman Yay.)
Timur; Muaviye’nin mezarını da süvarilerini üzerinden geçirtip toz ettirmiştir. Bu hakan, Suriye’de şimdilerde bir barbar olarak tanımlanmaktadır.
Timur, Bursa’yı alınca Büyük Cami’yi tavla haline getirip at bağlatıyor; içinde asker yemek pişiriyor. (Neşri, s. 367, Tercüman Yay.)
Timur, bu eylemleri ile Anadolu’da ve Suriye’de egemen olan Sünni yönetimi zayıflattı. Bu bölgelerde Alevi propagandacıların (dervişlerin) çalışmalarının alt yapısını hazırladı. Osmanlı Devleti’nde liderlik sorununu da ortaya çıktığı için buralar uygun ortamlardı.
Halep’te Seyyid Nesimi bulunuyordu. O, bir Ehl-i Beyt yandaşı idi ve o soydandı. Batını ve panteist kimlikliydi. Şeyh Bedreddin deonunla buluşmuş olmalıdır. Seyh Bedreddin bu uygun ortamda hareketlenmiştir.
Anadolu’dan Iran’a geçmiş; Timur’un huzuruna çıkmıştı. Hoca Ali; Timur üzerinde çok etkili idi. bu da gösteriyor ki, Hoca Ali (Erdebil kolu) ile Seyh Bedreddin arasında maddi-manevi yakınlık-bağ vardı. Zaten Şeyh bedreddin hareketinin bastırılmasından sonra; Bedreddinliler Şah Ibrahim’in oğlu Cüneyd’in çevresinde toparlanmışlardır. (Aşıkpaşazade, Atsız çevirisi, s. 250
2. Beyazid’in Rumeli’neve Ege adalarına sürdüğü Erdebil Sufileri, Bedreddinli de denilebilecek topluluklardır. Bunların Rumeli’nde yoğun olduklarını; Iran’a (Safevilere-Kızılbaşlara) sefer olduğunda, Rumeli’deki Bedreddinlilerin “Ere kılıç çekmeyiz!” diyerek gitmediklerini, gerektiğinde timarlarını bıraktıklarını Osmanlı belgeleri yazıyor.
Aziz Mahmut Hüdayi, 17. yüzyılda 1. Ahmet’e, “Balkanlardaki Bedreddinliler Kızılbaş’ınortaya çıkmasını, gelişmesini isterler!” diye ihbarda bulunup “Bunların köylerine cami yapılmalı!” diyor. Işık ve Hurufi diye de kötülenen Rumeli Alevileri, zaman zaman katlima da tabi tutulmuşlardır.
Hacı Bayram Veli
Erdebil Dergahı, bu ortamda Anadolu’da yoğun bir propağanda çalışması yapmıştır. Bu işin merkez noktalarından birisi de Aksaray olmuştur. Aksaraylı Şeyh Hamidüddin, Tebriz üzerinden Erdebil’e gitmiştir. Hoca Ali’den el alan Hamidüddin-i Aksarayi Bursa’da Somuncu Baba olarak bilinmektedir.
Hamidüddin-i Aksarayi, Hacı Bayram Veli’nin öğretmenidir.
Hacı Bayram Veli; Anadolu’da; Erdebil Dergahı’nın en önemli temsilcilerinden birisi olarak çalışmıştır. Hoca Ali ve Şah Ibrahim çağının bu önemli ismi; sonradan Kızılbaş diye kötülenen insanlar gibi 12 dilimli kızıl taç giyer, kızıl sarık sarardı.
Osmanlı Sultanı Murad duruma hakim olunca, Hacı Bayram Veli’yi tutuklattı. Edirne’de sorgulattı ve Hacı Bayram’ın açıklamalarından sonra onu serbest bıraktı. Hacı Bayram da kızıl tacını beyaza çevirdi.
Şah Ibrahim
Anadlu Alevilerinin erkane yordamı
Ve felsefesi ile Safevi felsefesi ve yolu başlangıçta aynı idi. bu etki. Özelikle eskikaynaklarda, Şeyhlerin Şahı unvanı ile anılan ve bugün Alevilerin Şah Ibrahim Veli dedikleri Ibrahim zamanında artmış görünüyor.
Şah Ibrahim, Hoca Ali’nin oğludur. pirliği 1428-1447 yılları arasındadır. Hoca Ali zamanında, Anadolu Alevi kesimi arasında başlayan çalışmalar, Şah Ibrahim zamanında, kuvvetlendi, yayıldı... Anadolu Alevileri, bu ocağa aktı. Hacı Bektaş Ocağı’nın yanında, Anadolu’da ikinci ve kuvvetli bir ocak oluştu.
Bu ocak, Alevi düşüncesini, doğrudan doğruya iktidara getirmeye çalışmıştır. Siyasi içerikli ve militan tavırlı Safevi Aleviliği, Osmalı baskısı altındaki Türk köylü ve göçebeleri arasında hızla yayıldı. Şah Ibrahim’den sonra posta geçenler, Aleviliğin dinsel yönünü ikinci plana indirip siyasal mücadeleye giriştiler.
Anadolu Alevileri için iki Veli vardır. Bunlardan birisi Hacı Bektaş, diğeri Şah Ibrahim’dir. Şah Ibrahim Veli, Anadolu Alevilerinin büyük bölümü tarafından veli bilinir. O, Imamların (12 Imam) bilgisinin sürdürücüsü kabul edilir.
Şah Ibrahim veli ölünce (1447) postuna, oğlu Şah Cüneyd oturdu. Safeviler Cüneyd’en itibaren siyasi ışmalara başladılar. Cüneyd’in siyasal çalışmaları ve iktidara göz dikmesi nedeniyle amcası cafer ile arası açıldı. Babasının müritlerini çevresine topladı.
Azerbeycan, Doğu Anadolu ve Iran’ın öteki bölgelerine müritler gönderdi; yer yer isyanlar çıkardı. Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah, bu isyanlar yüzünden onu sınır dışı etti. Cüneyd de, anadolu’daki Aleviler arasında çalışma yapmak için 2. Murat’a başvurdu; fakat bu isteği kabul edilmedi. 2. Murat, bazı hediyeler yollayıp Cüneyd’i geri çevirdi. Cüneyd, Karamanoğullarına gitti. Amacı anlaşıldığından burada da tutunamadı. İçel bölgesinde, Batı Anadolu’da, Kuzey Suriye’de bulunan Türkmen aşiretleri (özellikle Varsaklar) arasında propagandaya girişti. Bir emirlik kurmak istedi. Memluk Sultanlığı’nın işe karışmasıyla başarıya ulaşamadı. Trabzon Rum Devleti’ni ortadan kaldırıp bu devletin toprakları üzerinde bir devlet kurarak amacını gerçekleştirmek istediyse de başaramadı. Bundan sonra Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın yanına gitti. Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah’a karşi Cüneyd’in taraftarlarından yaralanmak isteyen Uzun Hasan, kız kardeşi AlemŞah Hatun’u onunla evlendirdi (1458). Cüneyd, bundan sonra Erdebil’e döndü. Müritleiyle Dağıstan’a hakim olan Şirvan Hükümdarı Halil ile yaptığı savaşta öldürüldü (1460). Ondan sonra posta oğlu Şah Haydar oturdu. Pirliği 1460-1488 arasındaydı. Cüneyd’in yarıda kalan ışmalarını devam ettirdi. Uzun Hasan’ın kızıyla evlenerek durumu kuvvetlendirdi. Müritlerine On Iki Imam’ı ifade eden 12 dilimli kızıl taç giydirdi, sarık sardı. Bu yüzden tarikatın mensuplarına “Kızılbaş” veya “Haydari” denildi. Haydar, babasının intikamını almak üzere, Şirvan Hükümdarı Ferruh Yesar’ın üstüne yürüdü; fakat savaşmeydanında öldü (1488).
Bundan sonra bu aile hakkında takibata başlandı. Uzun Hasan’ın oğlu Sultan Yakup 1490’da ölünce, Akkoyunlu ailesi arasındaki sultanat mücadelesinde, safevilerin nüfuzundan yararlanmak isteyen Akkoyunlu Hükümdarı Rüsten Bey, Istahar kalesinde tutuklu bulunan Şah haydar’ın oğullarını serbest bıraktı ve Erdebil’de yerleşmelerine izin verdi. Safevi postuna Şah haydar’ın oğlu Şah Ali geçti. Pirliği, 1488-1494 arasındadır. Ali’nin döneminde Safevi ailesinin Akkoyunlular üstündeki nüfuzu arttı. Şah Ali, müritleriyle Terbiz’den ayrıldı, fakat onun çevresinde toplananların çokluğu Rüstem’i kuşkulandırdı. Ali’yi de geri çevirmek için kuvvetler gönderdi. Yapılan çatışmada Ali öldü.
Bundan sonra Iran Alevileri ve Anadolu Alevileri pir olarak Şah Haydar’ın diğer oğlu Şah Ismail’i kabul ettiler. posta oturan Ismail, daha 7 veya 8 yaşında idi. Kardeşi Ali’nin ölümü üzerine, tarikatın müritleri onu Geylan’da Lahican kalesine saklandılar. İsmail, Akkoyunlu hükümdarı Rüstem’in öldürülmesinden sonra, 13 yaşında olduğu halde, büyükbabası, Uzun Hasan’ın bıraktığı devletin başına geçmek için, gizlendiği Lahican’dan ayrıldı (1499). Doğu Anadolu’ya geldi, yanında birkaç yüz müridi vardı. Sonra Erzincan’a ulaştı. Anadolu’daki Alevi Türk boylarından “Rumlu, Ustacalı, Tekeli, Şamlı, Zülkadirli, Varsak, Çepni, Arapkirli, Turgutlu, Bozcalı, Ecirli, Hınıslı” boyları onun çevresinde toplandılar. Şah Ismail; “Çapanlı, Karamanlı, Avşar, Kaçar” gibi boyları da yanına aldı. anadolu’da topladığı Alevi askerlerle 1500’de Iran’a döndü. Arran’ın Şirvan’ın bir kısmını ele geçirdi. Azerbeycan üstüne yürüdü; Akkoyunlu Elvend Mirza’yı, Nahcivan’da yendi. Mirza, Diyarbakır’a kaçtı. Ismail de Tebriz’e döndü. Bu şehri, safevilerin ilk başkenti yaptı ve saltanat tacını giydi. (1501). Şah Ismail bundan sonra Irak’ı Arab’ı aldı ve fars hükümdarı Murat Bey’i. Hemedan’da yendi (1503). Şiraz ve Bağdat’ı aldı (1504).
Akkoyunlu soyundan olanları öldürttü. Kurtulanlar Dulkadırlılara sığındı ve geri kalanlar Mısır ve Osmanlı ülkesine kaçtılar. Şah Ismail,Fars ve Irak hükümdarı Murat Bey’in Dulkadırlı Alaüddevle’ye sığınması üzerine, Elbistan’a yürüdü. Alüddevle korktu, Turna Dağı’na çekildi. Şah Ismail, harput ve Diyarbakır’ı aldı (1507). Sultanatını kuvvetlendiren Ismail, Aleviliğe aşırı derecede bağlandı.
Sünni mezheplere karşı şiddet kullandı. Camilerde ilk üç halifenin lanetlenmesini emretti. Komşu devletlerde, özellikle taraftarlarının çok olduğu Anadolu’da, Alevi propagandasına girişti. Özbek Hanı Şeybanı’nın üzerine yürüdü. Merv’de yapılan savaşı kazandı; Özbek Hanı öldü. İsmail, bundan sonra batıda Osmanlı ve Memluklara karşı faaliyete geçti. Alevi propagandasını etkili şekilde geliştirdi. Anadolu’da Yavuz Sultan Selim tahta geçince, Alevilere karşı saldırı başlattı ve saptanılan Alevilerin çoğunu öldürttü. Sonra da Iran seferine çıktı. Şah Ismail ve Yavuz Sultan Selim 1 Ağustos 1514’te Çaldıran’da karşılaştılar.
Osmanlı ordusu, sayıca fazlaydı. Ayrıca ateşli silahları ve topları vardı. Yapılan savaş, Şah Ismail’in yenilgisiyle sonuçlandı. 1. Selim, Tebriz’e geldi. azerbeycan, Diyarbakır ve Doğu Anadolu, Osmanlı ülkesine katıldı.
Şah Ismail, 1524 yılında ölünce yerine oğlu Şah Tahmas geçti. Artık iktidar olan ve kuvvetli bir devlet kuran Alevilik, egemen olmanın sancısını yaşamaya başladı ve kısa süre sonra da tutuculaştı. Devleti kuran Kızılbaşlar; yönetimden dışlanmaya başladılar.
Şah Ismail, Türk Kültürünü yaşattı
Şah Ismail zamanında, Iran’a, Türk kültürü egemen oldu. Türk unsurların olaganüstü ilgi görmesi, Anadolu’dan Iran’a alt katmanlar arasında büyük göç dalgasının doğmasına neden oldu. osmanlı Devleti bunu engellemek için elinden gelen bütün yasaklamaları uygulamaya koydu.
Şah Ismail zamanında, Iran’da sarayın resmi dili Türkçe oldu. devletler arası yazışmalarda Türkçe kullanıldı. Osmanlı sarayında “kaba Türk” “akılsız Türk” eşek Türk” diye horlanan Türkler, Şah Ismail’in yanında baş köşede idi. yönetim kademeleri, halktan insanların elindeydi. Sarayda halk ozanları bulunuyor, bunlar türküler okuyorlar, Şah Ismail, beyleriyle birlikte ok atarken, geride duran ozanlar koçaklamalar söyleyerek onlarüyor, tam anlamıyla Dede Korkut geleneği yaşatılıyordu. Alevi kültürünün alt katmanları üzerindeki etkisini yansıtan Dede Korkut Öyküleri, adından da anlaşılacağı gibi “dede” kültürüne bağlı idi. bir dede olan Korkut Ata, Oğuz boyları arasında, Alevi dinsel liderlerine verilen “dede” unvanı ile anılmıştır. “Korkut”. Alevi dedesidir. Bunların geleceğini en iyi biçimde Şah Ismail sürdürmüştür. Şah Ismail, bizzat yazdığı içli, sade, akıcı şiirlerde Türk insanınınduygularına tercüman olmuş ve halk tarafından çok sevilmiştir. Şah Ismail’in şiirleri, Türkçe’nin gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur.
O dönemde, mollaların yerini dedeler almıştı. Şah Ismail zamanında, Iran şiiliği baskı altına alınmış ve Türk kültürünün baskısıyla, bugünkü Anadulu’da yaşayan Aleviliğin benzeri bir sistem saraya kadar girmişti....
Safevi Devleti, 1736 yılına değin yaşadı. Fakat 17. yüzyılın başlarından itibaren saray, Şii Acem mollaların etkisinde kaldı. Türk Aleviliği baskı altına alındı, eritildi ve yok edildi. Acemlerin, Iran’da egemen olmasından sonra ise buradaki Alevilik iyice iğdiş edildi.
Osmanlı Döneminde Alevi Başkaldırıları
Halk katmanlarının alt kesimlerinden oluşan Alevi toplulukları, tarih boyunca, bulundukları ülkelerdeki iktidarlarla mücadele etmişlerdir. Anadolu Alevileri ise kuruluşunda etkin biçimde görev aldıkları Osmanlı Devleti’nin hedefi haline gelmişlerdi. İktidarla halk arasındaki çatışmanın yansıması olan bu durumu ihanet gibi algılamak doğru değildir. Alevilerin Iran’daki Alevi yönetimine sempatileri olduğu kesindir. Çünkü; o devletinde kurucu gücü Anadolu Alevisidir.ayrıca; bu sempati işi tersten de olmuştur. İran’daki Sünni kesimlerde de Osmanlı’dan destek ve yardım görmüşlerdir. Bunun böyle olduğunu, Osmanlı sarayında yazılan fermanlar açıkça gösteriyor.
Başbakanlık Arşivleri’nde bulunan 30 numaralı Mühimme Defteri’nde 186 numara ile yer alan 1577 tarihli padişah fermanına bakıldığında bu saptamanın doğruluğu görülecektir. Özetle şunları söylüyor ferman:
“Şehrizol Beylerbeyi’ne Hüküm:
Şah tarafından Solak Hüseyin, Pelangan aşireti üzerine gönderilmiş, malları yağma ettirilmiş, pelangan aşireti Sünni olup bu tarafa muhabbeti olduğu bildirilmektedir. Şimdi suhl zamanıdır. O taraftan sulha aykırı bir hareket olmayınca, bu tarafta da bir şey yapılamaz. Pelangan beylerine mektup yaz ve barış bozulursa, kendilerinin bu tarafa alınacaklarını bildir.”
İran’da Sünni kesim üzerinde oluşan baskı karşısında, buradaki Sünni boyların Osmanlı’dan yardım istediği anlaşılıyor. Yaşayabilmek için buna zorunlu olan Pelangan aşiretini nasıl vatan haini veya beşinci kol sayamazsak, Anadolu Alevilerini de sayamayız. Üstüne üstünlük bu horlanan ve kırılan bu halk, çoğunluğu oluşturmaktadır. Bunun kanıtını, saraydan yazılan fermanlarda bulabiliyoruz. 71 Numaralı Mühimme Defteri’nde 118 numara ile yer alan bir fermanda özetle şöyle deniyor. “Rum vilayetinin (Anadolu’nun) halen çoğunluğu Alevidir. Bunlar Iran’a sevgi duymaktadırlar. Nezirlerini Iran’a yollamaktalar. İran’dan gelenler bunlar arasında propaganda yapıyor. Bunlardan üçü yakalanmıştır. Bundan sonra da böyle dikkatli olun ve asla bu tür çalışmalara fırsat vermeyin....”
Osmanlı yönetimi, bu çoğunluğun baskı altında tutulması için gizli ve açık bütün baskı yöntemlerini kullanmıştır. Osmanlı dönemini, Türk halkının veya Anadolu insanının mutluluk dönemi gibi gösterenleri, bizzat saraydan yazılan fermanlar yalanlıyor. Osmanlı yönetiminin en muhteşem dönemi sayılan 16. yüzyıl, Anadolu insanının, özellikle de Alevilerin kan kustuğu bir çağdır. Anadolu’ya yüzyıllar boyunca bir çivi bile çakmayan Osmanlı yönetimi, halk üzerinde korkunç bir terör estirmiştir.
Belgelerin ortaya çıkardığı bir gerçek daha var; Iran’da oluşan Alevi gücü nedeniyle Osmanlı yönetimini, Anadolu Alevileri üzerine öyle açık açık gidemiyor. Fakat, yapacağı zulmü başka bahaneler yaratarak yine yapıyor. “Gizli katliam dönemi” diye adlandırabileceği bu döneme ilişkin, Osmalı sarayından valilere yazılmış fermanlardan bazı örnekler vereceğiz.
Başbakanlık Arşivleri’nde bulunan ve Osmanlı devletinin resmi belgesi olan bu evrakın sahte olmasına, şunun veya bunun kişisel görüşünü yansıtmasına asla olanak yoktur.
29 Numaralı Mühimme Defteri, tarih: 1576, Belge No: 488:
“Zülkadir Beylerbeyi’ne hüküm: Iran ile ilişkisi bulunan Rafizileri (Alevileri), başka bir nedenle suçlayarak toplayıp öldürün. Yanlız Rafızi olanları ise hapsedin. Sonucuda başkente bildirin. (Fermanın bir sureti halep beylerbeyi’ne yollanmıştır)”
Aynı defterdeki, 489 numaralı ferman özeti:
“Bosyan ve Bozyan Beyi Behlül Beye hüküm: Iran ile alakası bulunan Alevilerin gizlice araştırılması. Bunların başka bir bahane ile idam edilmesi...”
Aynı deftarden, 490 numaralı ferman özeti:
“Bozak Beyi Çerkeş Bey’e Hüküm: sancağınızda bulunan rafizilerden Iran ile ilişkisi bulunanların araştırılarak tespit edilmesi... Bunların, başka bir bahane ile idam edilmeleri.... Iran ile ilişkileri bulunmayan Alevilerin ise saptandıktan sonra Kıbrıs’a sürülmeleri.... (Bir Sureti Kırşehir Beyi’ne,”)
30 Numaralı Mühimme Defteri’nde de aynı tavrı yansıtan fermanlar bulunuyor. 488 Numaralı ferman; “defterini dürmek” deyiminin ne olduğunu açık açık göstermesi bakımından öğreticidir. Belge özetle şöyle:
“Bozok Beylerbeyi’ne hüküm: Kızılbaşlıkla suçlanan kişilerin yazıldığı defter suretleri gönderilmişti. Bu kişiler soruşturulsunlar, Kızılbaşlıkları gerçekse, idam edilsinler. Lakin, yanlız ithamla kalmışsa, (Kızılbaş oldukları kanıtlanmamışsa) bunlar Kıbrıs’a sürülsün.
1577 tarihli bu fermanın birçok benzeri var. anadolu’daki bütün yöneticilere bu tür fermanlar yollanmış bulunuyor. Devlet gizlice, bütün Alevilerin katledilmeleri için karar alıyor; bunu uygulatıyor. Bulunan suçlar da, genellikle, “Hırsızlık yaptı, yol kesti, çeteci” türü şeyler. Bu Aleviler, geceleri evlerinden gizlice alınıyor, bir çuvala konulup ucuna taş bağlandıktan sonra Yeşilırmak, Kızılırmak gibi sulara atılıyorlar, boğuluyorlardı.
Aleviler, içlerine casus dahi sokularak saptanıyor. Adları bir deftere yazılıyor. Deftere adları yazılanlar daha sonra öldürülüyorlar. Yani, “defterleri dürülüyor”. Alevilerin Anadolu’da yok edilmeleri için Osmanlı yönetimi elinden gelen bütün uygulamaları gerçekleştirmiştir. Korunaksız köylüler üzerinde oluşturulan dört yüz yıl öncesinin bu terörü karşısında, yaşama mücadelesi veren Aleviler, sıkı bir içe kapanma yolunu seçmişler; kentlerden, ulaşım noktalarından uzaklaşmışlardır.
Osmanlı yönetiminin katliam defterlerine adları yazılmasın diye, pek çok Alevi de yolunu bırakmış, Sünni görünmüş, daha sonra da Sünnileşmiştir. Böylece, Anadolu’da çoğunluktaki Alevi nüfuzu azınlığa inmiştir.
Osmanlı yönetiminin yaptığı zulmün birinci derecede sorumluları da Osmanlı din alimleridir. Allah adına fetva ve dolaysıyla karar veren bu sarıklı cellatlardan en tanınmışı Ebussuud Efendi’dir. Bu mollanın yobazlığı o derece ileridir ki, halk arasındabağnaz kafalılara, onun döneminden itibaren, “Ebussuud Efendi’nin torunu (erkeklere), gelini (kadınlara)” denilmeye başlanmıştır. Deyim olarak bu söz yaygınlaşmıştır. Tarih kitaplarında büyük alim diye tanıtılan bu Alevi düşmanı yobazın 16. yüzyılda verdiği fetvalardan uzunca bir bölümü, bu günün diliyle, Osmanlı’da Karşı Düşünce adlı çalışmamızdan aktarıyoruz.
Soru: Bir kişi açıktan açığa Ramazan gününde yemek yese, sorgulamasa sırasında, “Özrün yokken neden yemek yiyorsun?” diye sorulduğunda yine, “Ramazan hadistir, düzme koşmadır...” diye cevap verse ve bu sözünde dirense, ona ne yapmak gerekir?...
Cevap: Elbette öldürülmesi gerekir....
Soru: Hz.Hüseyin soyundan gelen bazıları (seyyidler), “Ibadetle ilgili kurallar bizi bağlamaz. Biz öbür dünyada ahiret kurallarından sorumlu tutulmayız. Biz cennete gireceklerdeniz....” deseler, bunlara ne yapılmalıdır?...
Cevap: Bu inanç üzerinde direnir de Müslümanlığa (şeriat yoluna) gelmezlerse dinsizlikleri anlaşılmış olur, bu nedenle de öldürülmeleri gerekir....
Soru: Bazı Sufiler, “Bize şeyhimiz böyle buyurdu...” diye sürekli olarak zikretseler, onlara ne yapmak gerekir?
Cevap: Şeyhleri olan dinsizinbuyruğunu Tanrı peygamberinin buyruğuna yeğlendikleri için (diğer ibadetleri yapmayarak...) tümününm öldürülmesi gerekir....
Soru: Kızılbaş topluluğunun, dine göre topluca öldürülmesi helal midir? Bunları öldürenler gazi, bu öldürme sırasında ölenler de şehit olur mu?
Cevap: Kızılbaşların topluca öldürülmeleri elbettedinimize göre helaldir. Bu, en büyük, en kutsal savaştır... bu yolda ölmek de şehitliğin en ulusudur.
Soru: Kızılbaşların öldürülmesi, Islam Sultanına (Osmanlı padişahına) düşmanlık besledikleri için mi şarttır, yoksa başka nedenleri de varmı dır?...
Cevap: Bunlar hem sultana isyan ederler, hem de dinsizdirler....
Soru: Kızılbaşların önderinin Tanrı Peygamberinin (Muhammed’in) olduğu söyleniyor. Bu durumda, Kızılbaşların öldürülmelerinin helal olduğundan biraz kuşku duyulamaz mı?...
Cevap: Haşa, en küçük kuşku duyulmaz. Kızılbaşların yaptıkları kötü işler, o temiz peygamber soyuyla bir ilgilerinin olmadığını göstermeye yeter. Ayrıca babası Ismail (söz konusu Şah Ismail’dir) ortaya çıktığında, Imam Ali-ül Rıza, Ibni Musa-ül Kazım’ın mezarının bulunduğu ve diğer yerlerdeki büyük seyyidleri zorlayarak kendi soyunu da onlarınikinden göstermek istedi. Direnenleri öldüttü. Bazı seyyidleri kıyımdan kurtulmak için bu isteğe boyun eğmişler, fakat dikkat edenlerin anlayabilmesi için de onun soyuna kısır bir seyyide bağlamışlardır.
Ayrıca, soyunun peygambere dayandığı doğru olsa bile, dinsiz olunca diğerkafirlerden ayrımı kalmaz.ancak ve ancak doğruluğu tartışılmayacak olan kutsal şeriat töresine uyanlar ve onun sağlam kurallarını koruyanlar peygamber soyundan olabilirler. Örneğin, Kenan, Nuh Peygamber’in oğluydu ama onun yolundan çıkmıştı. Nuh Peygamber, Kenan’ın kurtulması için yalvardığında, tanrı, “O, senin soyundan sayılmaz...” demiş, Kenan da, öbür kafirlerle birlikte boğulup cezalandırılmıştı...
Eğer büyük peygamber soyundan gelmek azabdan kurtulmaya yetseydi, Adem Peygamber soyundan geldikleri için, bütün kafirler bu dünyada ve öbür dünyada asla azaba düşmezlerdi....
Soru: Kızılbaşlar, Şii olduklarını söylüyorlar, “Lailahe ilallah” diyorlar. Kendilerine karşı uygulanan bu ölçüde sıkılığın nedeni nedir? ayrıntılı ve geniş geniş açıklar mısınız?...
Cevap: Onlar Şii de değildir. Zaten, “Yetmiş üç yoldan ehli sünnet dışındakiler yanacaktır...” diyen Peygamberimiz durumu aydınlatmıştır. (Aleviler, bu hadisi kendileri için söylemiş sayarlar ve kendilerini “tarik’ün necat” kurtulmuş topluluk sayarlar. (Rıza Zelyut) Kızılbaşlar, yetmiş üç yolun tam olarak birinden değildirler. Her birinden bir parça kötülük ve bozgunculuk alıp kendi isteklerine göre yarattıkları sapıklık ve küfürlerine katarak bir sapıklık ve dinsizlik mezhebi kurmuşlardır. Bu kötü durumlarını gün gün artırmaktadırlar. Bunların sürüp giden, bilinen suçlarına bakarak kutsal din yasalarına (şeriate) göre şu yargılara varırız:
O zalimler, ulu Kur’an’ı, kutsal şeriatı ve Islam dinini hafife almakta, dinsel kitaplara söverek ateşe atmaktalar. Gerçek din bilgilerini (şeriat alimlerini) bu bilgileri yüzünden kırmakta, önderleri olan sapık haini Tanrı yerinevkoyarak ona secde etmekteler. Ayrıca haram olduğu sağlam ayetlerle saptanmış olan bütün yasakları da helal sayıyorlar. Ayrıca Ebu bekir ile Ömer’e lanet ettiklerinden dolayı da kafirdirler. Ayrıca, doğruluğu tartışılmayacak olan Ayşew’nin (Peygamberin ailesi) erdemine ilişkin birçok ulu ayet inmişken, bunlar Ayşe anamıza diluzatarak Kur’an’ı yalanlamakta ve böylece de kafir olmaktalar. Ve yine Ayşe’ye yönelik suçlamaları ile peygamberimirin kutsal büyüklüğüne leke sürerek bu yolla peygambere sövmüş sayılırlar. Bu yüzden bütün Kızılbaşların, büyüğü küçüğü ile, kentleri ve eserleriyle yok edilmeleri şarttır. Bunların kafir olduğundan kuşku duyanlar da kafir olurlar...
Kızılbaşlar. Imam-ı Azam ve Imam Sufyan-ı Servi’ye göre, eğer tam anlamıyla tevbe eder de Islamiyet’e dönerlerse ölümden kurtulurlar. Fakat Imam Malik, Imam Şafii, Imam Ahmed bin Hambel, Imam Leys bin Sad, Imam Ishak bin Rahuya ve öteki din bilginlerine göre bunların tevbeleri de kabul edilmez. Elbette boyunlarının kesilmesi gerekir.
Hz.Imam (Ebu Hanife) onların hangi yanın inancını benimserlerse o yandan olacaklarını söylemiştir. Bu yargı bilinir...
Kızılbaş askerleri için ne yapılması gerektiği konusunda bir ikilik yoktur. (öldürülmeleri gerekir.) Fakat köylerde ve kentlerde kendi hallerinde doğrulukla oturup Kızılbaşların nitelik ve davranışlarından arınmış, dışları da buna uygun kimselerin, yalanları ortaya çımadığı sürece, diğerlerine uygulanan uygulamalardan (katliamdan) kurtulmaları gerekir.
Kızılbaşların öldürülmeleri, diğer kafirlerin yok edilmelerinden daha önemlidir. Örneğin Medine çevresinde kafir çokken ve Şam henüz ele geçirilmemişken, Ebu Bekir kafirlere saldırmayı değil yalancı Müseyleme’ye bağlı bu döneklere saldırmayı yeğlemiştir. Hz.Ali zamanında Haricilerin kırılması da böyle olmuştur. Bu kesimin kötülükleri çok büyüktür. Bunlar kötülüklerini yeryüzündesilmek için çok çaba harcamak, ne gerekirse yapmak lazımdır.
“Kendisinden yardım istenilen ve kendisine bağlanılan Allah’tır. Ey Tanrım, günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı affet. Ayaklarımızı sağlam yere bastır. Kafirlere karşı bize yardımcı ol.”
“Bunu, efendimiz ve en üstünümüz, zamanın büyüğü, Islam ve zafer diyarının müftüsü Ebussuud yazdı. Sene: 955 (Miladi, 1548).”
Soru: Nahcivan seferinde ele geçirilen Kızılbaş evladı kul olur mu?...
Cevap: Olmaz....
Soru: Padişah buyruğuyla Kızılbaş topluluğu kılıçtan geçirilip büyüğü küçüğü tutsak alındığında, yakalananlardan bazıları Ermeni olduklarını söylerse, bu durumda kurtulur mu?..
Cevap: Ermeniler kurtulurlar. Eğer Ermeniler, Kızılbaş askeri ile birleşerek Islam askeri (Osmanlılar) üzerine gelmişlerse dine göre tutsak edilemezler...
Soru: Dört halifeye söven ve Kızılbaş olduğu bilinen birisini öldürene ne yapılır?
Cevap: Eğer bu nedenle yapmışsa, hiçbir şey yapılmaz...
Soru: “Peygamberin kimdir?...” denilen birisi, “bilmem” diye karşılık verse ne olur?...
Cevap: O kişi, gerçek de, yalan da söylemiş olsa kafir olmuş olur...
Soru: Bu konuda bazı kişiler o kişiye, “Peygamber yolundan (şeriattan) çıkma, peygamberini tanı, utan...” deseler, o da öfkeyle, “Ben peygamber bilmem.” Dese, dine göre kendisine ne yapmak gerekir?
Cevap: O kişi kafirdir, öldürülmesi gerekir...
Soru: Müezzin ezan okurken, bir kişi, “Bin kere seslensen, bizden sana varan olmaz...” dese, ona ne yapmak gerekir?....
Cevap: Bunu söyleyen kafirdir, dolaysıyle öldürülmesi şarttır.
Soru: Bir kişi, diğerine, “Bana Tanrı’yı buluver...” dese, diğeri de, “Kur’an’ı klavuz alır, peygambere uyarsan Tanrı’yı bulursun...” dese, öfkesi yine, “Onlara ne gerek var? Ben onlarsız da bulurum...” diye konuşsa, yahut da “buldum...” deyiverse ona ne yapmak gerekir?
Cevap: Dinsizdir öldürülmesi şarttır...
Soru: Bir kişi, “Bana Isa Peygamber gibi gökten sofra iner. Birçok insanı vebadan ve başka belalardan kurtardım, kurtarırım. Dilediğimi de kötü duruma düşürürüm...” dese ne yapmak gerekir?...
Cevap: Bu kişi deli değilse dinsizdir. Derhal yakalayıp sorguladıktan sonra hakkından gelmek gerekir...
Soru: Birisi, “Dolu cennetten, boş cehennem yeğdir...” diye şaka yollu konuşsa, ne gerekir?...
Cevap: O kişi kafir olur.
Soru: Birisi haşri yadsıyıp, “Mümine haşir yoktur...” dese, ona ne yapmak gerekir?
Cevap: Öldürmek gerekir...
Soru: Bir bölük insan, namaz kılmayıp Ramazan ayının farz olduğunu yadsısa ve Ramazan gelince oruç tutmasalar, bunun nedeni sorulunca da, “Biz yoksul insanlarız. Bize beş altı gün tutmak yeter...” deseler ve yine “şarabın yapıldığı bağlara bakan bizleriz. O bizim emeğimizdir, bu yüzden bize helaldir...” deseler ve kadınlarıyla birlikte şarap içseler... Ayrıca kafirlerin toplantı günleri gelince o günlere kafirler gibi uysalar, saygı duysalar... bunun gibi şeriata aykırı birçok davranışları olsa, bu insanlara ve bunlara Müslüman gözüyle bakıp söz ve davranışlarını benimseyenlere ne yapmak gerekir?
Cevap: Bunlar kafirdirler. Öldürülmeleri gerekir.
Soru: Birisi şarap içse ve içerken haşa, “Bu şarap güzel bir nesnedir, hoş şeydir. Bunu içmeyenlerin ağzını, avretinifilanlayalım...” diye söverse, diğer birisi de, “Iyi dersin...” dese, bunlara ne yapmak gerekir?
Cevap: Ikisi birlikte kafirdir. Öldürülmeleri gerekir.
Soru: Bir Müslüman diğer bir Müslüman’a cima kastıyla dinine, imanına, ağzına sövse ne olur?
Cevap: Kafirdir, katli helaldir.
Soru: Bir kişi diğerine selam verirken, “Aşk olsun..” dese diğeri de “ya hu...” diye karşılık verse bunlara ne yapılır?
Cevap: Yüce Tanrı’nın saptadığı selamı beğenmeyip o şekilde selamlaşırlarsa kafir olurlar.
Soru: Bir kişi, diğer iki kişiyi dinsizlikle suçlarsa o iki kişiye ne yapılır?
Cevap: Bir şey yapılmaması gerekir. Belki dinsiz değildirler...
Soru: Ya bir tanık bulununca, o zaman ne yapılır?
Cevap: Dinsizlikleri anlaşılmış olur ve öldürülmeleri gerekir...
Soru: Kafir düğününe, “Mübarek olsun” diyene ne yapılır?
Cevap: Eğer “Mübarek” dediyse kafirdir.
Soru: Bir kişi, “Şarap içersem peygambere sövmüş olayım.” Dese ve daha sonra da şarap içse, ona ne yapılır?
Cevap: Kafirdir, katli helaldir.
Soru: Şeyh Bedrettin Simavi ki “Varidat” sahibidir “Bedrettin yandaşlarına küfür ve lanet etmeyen kafirdir.” diyen birisine ne yapmak gerekir?
Cevap: Aslında, Bedrettin yandaşı olanlar kafirdir, demek doğrudur. Diğer kafirleri olduğu gibi bunların adını daanmayıp lanet etmeyen kendi halindeki Müslümanlar kafirolamaz.
Soru: Bir kişi, “Kim Şeyh Bedreddin dervişlerini evine konuk alırsa onu cezalandırıp ayrıca suç parası almak gerekir.” Dese bu uygulama dine uyar mı?
Cevap: Konuk alan kötü şöhretli Simavi yandaşıysa uyar.
Soru: Birisi, “Hallac-ı Mansur şeriate göre kafir olduysa, gerçeğe göre de en yüce mümindir. Gerçekten de Hallac-ın davası doğrudur.” Dese ve inancı da bu yönde olsa bu kişiye ne yapılır?
Cevap: Hallac-ı Mansur’a yapılan yapılır... (öldürülür.)
Soru: Hakim Ishak’ın yandaşlarından olan üç kişi, “Kur’an’ı, önce gelen kitabı tasdiken ve ona şahit olarak, halk ile sana indirdik...” ayetinden yola çıkıp “ona şahit olarak....” ibaresinin anlamını saptırarak “Halen Yahudilerin ve nasturilerin ellerindeki Tevrat ve Incil, indirildiği gibidir. Asla değiştirilmemiştir.” diye konuşsalar ve buna da insanlar.... Tevrat adına halen Yahudiler elinde bulunan kitapta Lut Peygamber hakkında, haşa, “sarhoş olup kendini bilnez haldeyken kızlarıyla zina eyledi.” diye yazılı olduğu ve yine yüve Kur’an’a muhalif ve zıt birçok şeyler bulunduğu halde, bu kişiler yine bu kitaplara yukarıdaki açıklamaya bağlı olarak inanıp bu inançlarında direnseler kendilerine ne yapmak gerekir.
Cevap: Bu durum çirkin bir bilgisizlik ve açıkça sövgüdür. Bunlar gerçek anlamda tevbe ederlerse bizim imamlara göre ölümden kurtulurlar ama diğer imamlara göre boyunları vurulur.
Azınlığa dayanan, bir azınlık iktidarı olanOsmanlı yönetimi; bir yandan gericilere, bir yandan Hıristiyan dönemlere dayanarak Anadolu’yu kasıp kavurmuştur. Bunu en iyi saptayanlardan birisi de Mustafa Kemal olmuş, Osmanlı’ya karşı, Alevilerin tutumuna benzeyen amansız bir öfke duymuştur.
Bu nedendendir ki, günümüz gericileri, Atatürk’ü birinci düşman sayarlar. Bu nedenledir ki, günümüz Alevileri, kendilerine beş yüz sene kan kusturan Osmanlı’yı yere seren Atatürk’ü candan severler.
Bu baskı ve zulümkarşısında Anadolu Alevilerinin önemli bir kitle halinde Cumhuriyet Devri’ne kadar ulaşmaları da tam bir mucizedir.
Bu mucize, onların, gerçekçi tavırlarından, insan sevgilerinden, öğretilerinin sağlamlığından kaynaklanmıştır.
Bu kitlenin bir arada tutulmasında, geliştirilen özel ibadet biçimi cemin ve dedelerin (seyyidlerin) aktardığı geleneksel Alevi kültürünün de büyük etkisi olmuştur.
İsyanların Özellikleri
16. yüzyıldaki Alevi isyanlarının en büyük özelliği, yerel olmasıdır. Bulunduğu bölgede güçlenen Alevi liderleri, devletin yoğun baskısına uğruyorlar, bu da onları baş kaldırmaya itiyordu. Bu isyancı güçlerin arasında, Sünni kesimden yoksul insanlar, timarları alınan toprak sahipleri de görülüyordu. Bu toprak sahipleri, Osmanlı Devleti ile anlaşır anlaşmaz, isyancıları arkadan vuruyorlardı.
16. yüzyıl kır isyanlarının hemen hemen tümünde asıl güç Alevilerdir. İsyancı güçler ve liderleri, başkaldırı işinde, can derdine düşmüş bir tavır sergiliyorlar. Bir an önce kurtulmak çizgisiyle, artık başka çare kalmadı çizgisi arasında gidip gelen bu tavır, yeterli bağlantılardan yoksun olduğu içinbelli bölgelerle sınırlı kalıyordu.
Bunun en somut örneği de 1527 yılında çıkan isyanlardır. Baba Zünnun, Yozgat dolayları Alevilerinin başında devlete karşı bayrak açıyor. Sert savaşlardan sonra öldürülüyor. Aynı yıl içinde güney bölgelerindeki güçlere dayanarak Hacı Bektaş evlatlarından Kalender Çelebi ayaklanıyor. O da, toprak beylerinin ihanetine uğruyor ve savaş meydanında can veriyor.
Bu ayrı baş çekmelerde, Alevi ocakları arasındaki çekişmenin de etkisi olmuştur.
Alevi güçlerin, devlet karşısında sürekli bozguna uğramaları, 17, yüzyılda, onların derebeyi isyanlarının içine girmelerine neden oluyor. Devlete kafa tutan yöneticiler; önemli ölçüde Alevi kitleden destek alıyorlar. Kuyucu Murat Paşa’nın katliam yaptığı bölgelerin çoğunluğu Alevi yerleşim alanlarıdır.
Osmanlı devletinin yoğun baskısı ve bir türlü yenilmemesi, Alevilerin sürekli kırılmaları 18. yüzyıldan itibaren Alevi isyanlarının sonunu getiriyor. Alevilerin yoğunluğunun azalması ve birbirlerinden bile koparak küçük birimler halinde içe kapanmaları, Alevi başkaldırılarını yok ediyor.
Kitap: Türk Aleviliği
Yazar: Rıza Zelyut
Ekleyen: Seyyid Hakkı