8- Türk Aleviliği -4
Türk Aleviliği -4
Alevi Felsefesinde Insan
“Insan, konuşan Kur’an’dır.”
“Insan, kıbledir. Secde edilecek makamdır; mihraptır...”
“Secde eyle ademe Iblis gibi ar eyleme
emr ü nehyin bil Hakk’ın mekanın inkar eyleme”
Mirati
Alevilik, insani bir duruştur.
Alevi felsefesinin merkezinde insan vardır. Bütün çabalar insana yöneliktir. İnsan kutsal olduğuna inanılır ve bu nedenle de apayrı bir değer verilir. Dinsel kaynaklı olan kutsallık, zamanla dünyacıl hale gelmiştir. İnsan kutsal olduğu, Kur’an’da açık açık yer alır. Bu felsefenin dinsel boyutunu çözebilmek için, bazı, Kur’an ayetlerini aktaralım.
Tin Suresi (95) 4: Biz, insanı en güzel şekilde yarattık. 5: Sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık. 6: Yanlız, inanıp yararlı iş işleyenler bunun dışındadır. Onlara kesintisiz sevap vardır.
Bakara Suresi (2) 30, 32, 33, 34: Özet: Bu ayetlerde, Adem’in yaratılması, meleklerin ona zorunlu olarak secesi ve Şeytan’ın secde etmemesi anlatılır.
İnsanın meleklerden bile kutsal olduğunu vurgulayan bu olguya çok önem verildiği için, başka surelerde de geniş geniş anlatılır.
Araf Suresi (7) 71, 72, 73, 74: (Özet: Şeytan’ın insana secde etmemesi....)
Kaf Suresi (5) 16: And olsun ki, insanı biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadığını biliriz. Biz ona Şahdamarından daha yakınız.
Nisa Suresi (4) 79: (Ey insanoğlu) Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır; sana ne kötülük gelirse kendindendir.
Taha Suresi (20) 43: (Ey Musa) Firavun’a gidin; doğrusu o azmıştır. 44: Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt dinler veya korkar....
Necm Suresi (53) 38: Kimse kimsenin günah yükünü yüklenmez.
Necm Suresi (53) 39: Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı, onu verirlerdi...
Hadid Suresi (57) 10: (...) Içinizden, Mekke’nin fethinden önce sarf eden ve savaşan kimseler; daha sonra sarf edip savaşan kimselerle bir değildirler; berikiler, daha üstün derecededirler.
Tahrim Suresi (66) 1: Ey peygamber; eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helal kıldığı şeye niçin kendine yasak ediyorsun?
Tahrim Suresi (66) 10-11: (Özetle: Peygamber karıları cehenneme, Firavun’un karısı cennete gidebilir. Yani, insanlar yaptıklarıyla değerlendirilirler.)
Fecr Suresi (89) 12: O zor geçidin ne olduğunu sen bilir misin? 13: O geçit; bir köle ve esir azat etmek, 14-16: Yahut, açlık gününde, yakını olan bir öksüzü, yahut toprağa serilmiş bir yoksulu doyurmaktır. 17: Sora, inanıp birbirlerine sabır tavsiye edenlerden, merhametli olmayı tavsiye edenlerden olmaktır.
Leyl Süresi (92) 17-18: Arınmak için malını veren, en çok sakınan kimse, ondan (cehennemden) uzaktır.
Duha Suresi (93) 9: Öyleyse, sakın öksüze kötü muamele etme. 10: Ve sakın bir şey isteyeni azarlama.
Zilzal Suresi (99) 7: Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. 8: Kim zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.
Kur’an’da Sad Suresi’nin 71. ve 72. ayetlerindeki şu bölüm dikkat çekicidir. “Rabbim, meleklere şöyle demişti: Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zamansecdeye kapanın.”
Bu anlatım, insanın Tanrı’nın ruhunda üflenilerek yaratıldığını; yani insanın kutsal olduğunu açık açık ortaya koymaktadır.
Kur’an’ın çizdiği insan potresiningenel özellikleri şudur:
1- Insan, kutsaldır.
2- Insan’ı Tanrı kendi ruhundan üfleyerek şekillendirmiştir. Yani, insanın manevi varlığı (iç dünyası) Tanrı’nınki ile aynıdır.
3- Insan bütün yaratıkların en güzelidir.
(Bir rivayete-hadise göre Hz.Muhammed, Mirac’da Allah’ı sakalsız, tüysüz genç, yakışıklı bir civan biçiminde görmüştür.)
Burada anlatılan insana taban tabana zıt tanımlar da Kur’an’da vardır. Aleviler; Kur’an’da insanı yücelten ve merkeze koyan ayetleri öne çıkartırlar.
İnsan yorumunda, iyi-kötü çelişkisi açık açık ortaya çıkar. İnsanın, iyilik yoluyla Tanrı’ya özdeş bir konuma gelebileceği vurgulanırken; kötülük yoluyla da en aşağılık yaratık haline düşebileceği söylenir...
Alevi felsefesinde insan, genelikle olumlu yönleriyle değerlendirilir... Alevilerin altıncı Imamı Cafer-i Sadık, insanı şöyle tanımlar: “Insanın biçimi Allah’ın halketme, yaratma gücünü dışa vurduğu en üstün tanıklıktır. İnsan, Tanrı’nın kudret eli ile kaleme aldığı kitaptır. Hikmet ile bina ettiği mabettir. Bütün kainattaki suretlerin bir araya getirilişidir.”
Bu insani biçim, gerçek insan, büyük insan, yüce nefis, ilk akıl, yüce kalem, yüce halife (Tanrı’nın yeryüzündeki halifesi), kutuplar kutbu olarak adlandırılır.
Hz.Peygamber bu gerçekliği şöyle dile getirmiştir: “Allah, Adem’i kendi suretinden yarattı.”
Sonra şöyle demiştir: “Allah’ın ilk yarattığı, benim ve Ali’nin nurudur. Biz aynı nurdanız.”
Alevi inancında, Hz.Muhammed ve Hz.Aliaynı nurdandır. Birisi yeşil nur (Hz.Muhammed) birisi de ak nur (Hz.Ali). Bu nur kronolojik tarihin dışındaki zaman içinden, son peygamberle birlikte dünyevi zaman içine girmiştir. Bu nur, Hz.uhammed’e nübüvvet (peygamberlik) nuru, Hz.Ali’de velayet (imamet) nuru olarak biçimlenmiştir. Fakat, bu durum, tek hakikatin iki yüzüdür. Tek varlık halinde Muhammed Ali gerçeği vardır. Peygamber’in ölümü ile nübüvvet (peygamberlik) halkası bitmiştir. Fakat, Hz.Ali ile başlayan velayet sürüp gelmektedir. Anadolu Alevileri; bu kavramı kendi eski dinindeki “Kün-Ay” (Gün ve Ay) inanışı ile bağlantılamıştır.
a- Insanlık, Tanrı dostu velileri (velayetin temsilcilerini) her zaman bağrında taşıdığı için kutsaldır.
b- Bu velilerin Tanrısal ışıkla donattığı (irşad ettiği, aydınlattığı) topluluk da, Tanrısal kutsallığa ortak olur. Dolaysıyla imamların (12 Imam) bilgisine muhatap olan Alevi insanı, kutsal bir nitelik kazanır. Bu kutsallık, bir tür Tanrı’nın niteliklerine bürünme sayılabilir. Alevilik, aydınlanmayı bütün bireyleri için geçerli sayar.
Aleviler, imamların bilgilerinin varisi oldukları için Tanrısal aydınlanmaya baştan kavuştuklarını ileri sürerler. Bu da onların tarık-i nazenin (ince yol), tarık’ün necat (kurtuluş yolu) kesiminden olduklarını gündeme getirir.
Insan Kalbi
Alevi felsefesinde insanın en önemli özelliği, Tanrı’yı gönül bilgisiyle tanıyabileceğidir. Bu gönül bilgisi, duyuşla olur. Birinci Imam Hz.Ali, “Taptığın Tanrı’yı gördün mü?” diye sorduklarında, Görmesem (Tanımasam) tapar mıyım?” derken, fiilen bir görmeyi değil, gönül yoluyla O’nu tanımayı anlatmıştır. Yine bir hadiste yer alan Tanrı kavramı şöyledir: “Yere, göğe sığmadım da kulumun gönlüne sığdım.”
Alevilikte gönül, Tanrı’nın kavrama yoluyla belirdiği yerdir. Bu nedenle de Tanrı’nın evi olarak anılır.
Gönül Çalab’ın (Tanrı’nın) tahtı
Çalab gönüle baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise
diyen Yunus Emre’nin şiirlerinde sık sık bu gerçek vurgulanır.
Alevi felsefesinde insani biçim, Tanrısal biçimin sembolüdür. Bu nedenle de Tanrısal olanı yüklenmeye en layık olan varlık, insandır. Tarısallığı açığa çıkarma, onun görevidir, onun omuzlarındadır.
Bu nedenle Alevilikte insan
a- Tanrı’nın sembolüdür.
b- Insan kalbi, Tanrı’nın evidir. Bu nedenle insan gerçek kıbledir.
c- Insan, Tanrısal bilgi ile donatıldığı için kutsaldır.
ç- Kutsal olup günah basamağını geride bıraktığı için masumdur.
d- Kurallar ve yaptırımlardan oluşan dış manevi dünyadan, ebedi gerçeklerin hüküm sürdüğü iç hakikat basamağına yöneldiği için, kural ve bağlardan bağımsız kılınmıştır. Namaz, oruç, zekat, hac, onun için artık geride kalmıştır. Bu nedenle Aleviler “Namazımız kılınmış, orucumuz tutulmuştur....” derler. Buna bağlı olarak da Pir Sultan Abdal, bir şiirinde, “Alınmış andestim aldırırlarsa / Kılınmış namazım kıldırırlarsa” demiştir.
Yunus Emre, “Namaz, zekat, oruç, hac, / Hicaptır aşıklara” derken bu gerçeği açıklar.
e- ebedi hakikate gidip, Tanrısal olana doğru yükseliştir. İnsanın ebedi sırra ermesi, gerçek anlamda kıyamettir. Yani büyük ayaklanıştır. Bilg ile can bulma, insanın kıyameti, yani ayağa kalkışıdır.
Bütün Insanlar Kurtuluşa Layıktır
Alevi felsefesinde, kutsallık yanlız Alevilere özgü sayılmaz. Hacı Bektaş-ı Veli, Tanrı’nın yanlız Müslümanlara değil, kafirlere bile rahmet ettiğini söyler. Yani Tanrı katında dindar ile dinsizin pozisyonları birdir.
Ayrıca; Kur’an’da, Hıristiyan, Yahudi ve Sabii dininden inanmış ve iyi kimselerin, bilim adamlarının öbür dünyada azaba uğramıyacakları, sevap içinde oldukları açık açık yer alır. Bakara Suresi’nin (2.) 62. ayeti şöyledir:
“Şüphesiz; inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanlarınecirleri (kazançları) Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur, üzülmeyeceklerdir...”
“Maide Suresi”nin 82. ayeti, Hıristiyanlığı, Müslümanlığa en yakın din olarak belirtir.
Kur’an’nın, geçerliliği sürekli olan ve değişmeyen hükümleri; insancıl hükümlerdir... Bunları dikkate alan Alevile; başka dinden insanlara kendilerinden biriymiş gibisaygı gösterirler.
Alevilik Ve Kadın
Gel benim ey güzel selvi çınarım
Yüreğime ateş düştü yanarım
Kıblem sensin, yüzüm sana dönerim
Mihrabımdır kaşlarının arası
Pir Sultan Abdal
Bütün orta çağ boyunca, dinsel anlatımda insan kavramı genelde erkeği anlatmak için kullanılmıştır. Alevi düşüncesinde, insan için söylenen özelikler, kadın içinde geçerlidir. Alevi kadını, savaşta bile rekeğin yanındadır. Anadolu’nun Türkleşmesinde Bacıyan-ı Rum’un (Anadolu Bacıları) büyük katkısı olduğu bilinmektedir. Çok zor durumlarda, düşmana karşı, kadın, erkek, çoluk çucuk birlikte çarpışmışlardır. Babalılar ayaklanması ve 16. yüzyıldaki bazı ayaklanmalarda bu durumu açıkça görmekteyiz.
Kadın; üretimin ayrılmaz bir parçasıdır. Kadının çalışması demek, Alevi ailesinin açlığa mahküm olması demektir. Tarlada erkekle birlikte çalışmak zorunda olan kadının, erkekden ayrı bir yerde, hem de peçe altında iş yapması olanaksızdır. Bu durumda, Alevi kadını ile erkeği, bir arada bulunmanın felsefesini yaratmış ve adına da Alevilik demiştir. Alevilikten, kadını soyutlarsanız, ortada ne dinsel-töresel olarak, ne de kültürel ve sanatsal olarak geriye bir şeyin kalmadığını görürsünüz. Alevilik felsefesi ve uygulaması içinden kadın öğesini çıkardığınızda bu sistemin gümbür gümbür yıkıldığını görürsünüz. Bu durum; Alevilik olgusunun temelinde kadının erkekle eşitliğinin bulunduğunu açıkça ortaya koyar.
Kadın-erkek birlikteliğini; Sünni Islam kabul etmez. Arap Islam diyebileceğimiz anlayışta; kadın toplumsal yaşamdan dışlanmıştır. Kadını, erkekle eşit duruma getiren yorum; dayanağını eski Türklerin toplumsal yaşamından alır.
Kadın-erkek birlikteliği ve eşitliği; kesinlikle Türklere özgüdür. Eski Türk yaşamında, ata kadar da ana önemlidir. Hakanın yanında hatun da yönetici güç sahibi olarak yer alır. Orhun yazıtları’nda bu gerçek açıkça görülür. Zaten Arap genginlerinin Müslüman olmayan Türk halkları arasında byaptıkları gözlemler de bu gerçeği çok açık biçimde göstermektedir. İtil Bulgarları içinde kadınların ve erkeklerin aynı ırmakta birlikte yıkandıkları tespit edilmiş bulunuyor.türk kızlarının eşlerini seçme özgürlüğü olduğunu kaynaklar ortaya koyuyor. İslam dinine geçen yerlerde bile kadının erkek gibi yöneticilik yaptığını tarihler gösteriyor. (Buna ilişkin ayrıntıları Yabancı Kaynaklara Göre Türk Kimliği isimli çalışmamızda ortaya koyduk.) anadolu Aleviliği’nin Türk kimliğini işte bu olgu en çarpıcı biçimde ispat etmektedir.
Kadının erkeğe eş, daha doğrusu eşit olması sonucu, Alevilerde tek eşle evlilik yerleşmiştir. İslam öncesinde de Türkler arasında tek eşli evlilik egemendir.
Alevilerde görülen boşanma yasağı, bu eşitliğin bir yansımasıdır. Sünnilikte, erkeğin iki dudağı arasında çıkan “Boş ol!” sözüyle, bir anda düzeni yıkabilen kadın, Anadolu Aleviliğinde, bu tehlikeden korunmuştur. Özelikle Hacı Bektaş Veli, kadına olaganüstübir önem vererek, onu ulusal kültüründeki yerine oturtmuştur.
Velayetname’de anlatıldığına göre, Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya ayak bastığını; diğer din uluları anlayamaz da Kadıncık Ana anlar. Bu durum, kadını, erkeğin bile önüne geçiren bir yaklaşımı sergiler.
Alevilikte, kadının erkeği istememesi, erkeğin kadını istememesinden daha kolay şartlara bağlanmıştır.
Alevilerde kadın, kardeş gibi saygı görür. Tümü de bacıdır. İbadette bile kadınla erkek yan yanadır. Alevi din adamı dede gibi, onun eşi de (Ana, denilir) saygındır. Kadında da Tanrı’nın belirdiğine inanan Alevi gruplarının 16. yüzyıldaki tavırları aydınlatıcıdır.
Osmanlı tarih yazıcısı Latifi Efendi, Tezkire’sinde (Yaşam Öyküsü Kitabında) Temennayi adlı bir Kalenderi ozanı anlatırken şu bilgileri veriyor:
“Temennayi: Kayseri yakınlarından olan bu adam, bir Kalenderi idi. “Insan ot gibi biter ve ot gibi yiter” diyen küfür söyleyicilerden birisi idi. Harf ilmine ve tenasüh mezhebine ilişkin kitaplar topladı. Çevresinde birçok dinsiz ve sapık -Allah’ın laneti onlara olsun- toplanmıştı. Bunlar “Adem, alem-i kübra ve mazhar-ı hüdadır,” deyüb, “Ey senem, sen Mazharallahsın, nüsha’yı cümle Kelamullahsın.” Diyerek, gördükleri güzele secde ederlerdi. Secdelerini de yanlış yaptıkları için, Şeyten’ın yoluna giderlerdi. O sapık topluluk, mezheplerinin genişliği nedeniyle -Allah korusun- bütün yasakları helal ve uygun sayarlardı. Ayrıca gökten inmiş kitapların tümüne, biçimce anlam vererek, bu geçersiz inanç uğrunda can vermeyi şehitlik düzeyinde bir derece sayarlar idi.”
Göçmen Alevilerle ilgili bu belede dikkat etmemiz gereken şudur: Alevi insanı için kadın da Tanrısaldır. Erkek gibi onun yüzünde de Tanrı’nın belirtisini bulmak mümkündür. Bu belge, Alevilikte kadın erkek ayrımı olmadığını felsefi düzlemde bile ortaya koymaktadır.
Pir Sultan Abdal’ın şiiri incelenirse, sevgilisi için söylediği şiirlerde onu kutsallaştırdığını görülür. Bu kutsallık, ozanın, insanı kutsal görme felsefesinden kaynaklanmaktadır.
Kadınlara saygı göstermek, Alevi yolunda bir iman belirtisi ve büyüklük göstergesidir. Bu saygı nedeniyle, Anadolu Alevilerinde geçici nikah (Muta) ortaya çıkmamıştır. Bütün bu düzen; geleneğe bağlı olan Alevi topluluklarının eski ulusal kimliklerinin sürdürmeleri üzerine kurulmuştur.
Aile Içinde Kadın
Anadlu Alevileri; geçmısten beri yürütükleri kadın-erkek birlikteliğini, Islam cemberine girdikten sonra da sürdürdüler.sünni kesimin bu konudaki itirazlarına da Islam içinden cevap yarattılar. Alevi ulularından yaptıkları aktarmalar bu yöndedir.
İmam Cafer-i Sadık’a göre, erkekler, kadınlara ne kadar sevgi gösterirlerse, inançlarının değeri o kadar artar.
İmam Cafer-i Sadık “Evleniniz, fakat boşanmayınız. Zira boşanma, gökteki melekleri ve Arş-ı ilahi’de oturanları titretir, sarsar.” demek suretiyle ailenin parçalanmaması için kural koymuştur. Bu konuda Hz.Muhammed, “Benim ümmetimin en iyi erkekleri, kendi ailelerine büyüklük taslamayanlardır, ailelerine karşı yumuşak ve sevecen olan, yüreği yanan ve onlara zulüm etmeyenlerdir.” demiştir.
Yine Hz.Muhammed, “Sizin en iyileriniz, zevceleri hakkında hayırlı olanlardır” diyerek kadına saygıyı istemiştir.
Birinci Imam Ali, kadınlara, o zamana değin görülmeyen davranışlarıyla saygı göstermiş ve örnek olmuştur. Çocuklarından birisine söylediği su sözler önemlidir: “Kadın, çiçek tabiatlı, çiçekyaratılışlıdır. Kadın bir kahraman değildir. Her hl ve surette onunbla anlaşınız. Kendisiyle iyi, gereği gibi ve makbul görülecek, herkes tarafından beğenilecek bir tarzda yaşayınız. Ona öyle bir hayat arkadaşı olunuz ki, o, yaşamının tadını tatsın.”
Aleviler, Hz.Ali’nin bu yaklaşımına uygun davranmaya çalışırlar. Onlar için kız evlat, erkek evlat gibi değerlidir.
Hz.Ali ile Ana Fatıma arasındaki tek eşli evlilik, Alevi yaşam biçiminin temel dayanaklarından birisi olarak gösterilir. Böylece; Islam öncesi yaşam biçimine Islam içinden gerekçe bulunur.
Tasavvuf Insanı
Tasavvuf, Islam felsefesine derinetkiler olmuş bir akımdır. Bu anlayışa göre, yaratılan diye bir şey yoktur. Var olan her şey, Tanrı’nın zahiri (hayali) bir görüntüsünden ibarettir. Yani, canlı, cansız her şey, Tanrı’nın bir aynaya yansıyan görüntüsü gibidir.
9. yüzyıl başlarında ortaya çıkan bu anlayış, yaratan-yaratılan anlamına karşı çıkar. Yaratılan diye bir şey bulunmadığı çin yaratan demek de doğru olmaz. Madenler, bitkiler, hayvanlar ve insanlar, aşamalı görüntülerdir. Bunlar tek varlığın (Tanrı’nın) değişik zahiri görünümleridir. Bu görünümler, tasavvufta, gerçek bir varlığın (Tanrı,nın) bir aynaya yansıyan görüntüsüne benzetilebilir.
Böyle olunca, insan Tanrı’nın bir görüntüsü olarak kutsaldır. Çünkü, zahiri (hayali) bile olsa, o Tanrı,dır. Bu nedenle Hallac-ı Mansur, “Enel Hak” demiştir. “Ben Tanrı’yım” anlamına gelen bu sözü, Sünni din adamları anlayamamış ve onu öldürmüşlerdir (922).
Aynı sözü, daha sonra birçok tasavvuf yolcusu, bu arada Yunus Emre de söylemiştir. Fakat, Azeri Türk ozanı Seyyid Imadettin Nesimi, aynı görüşleri dile getirince 1417 yılında o da öldürüldü. Bu büyük Türk ozanı, Alevilerin yedi büyük ozanlarından birisidir.
Gerek Hallac-ı Mansur, gerek bir Aleviozanı olan Seyyid Nesimi, Alevi edebiyatına derinden etki yaptı. İnsanın, Tarı’nın hayali bir görüntüsü olduğu görüşü, Alevilik fesefesini besleyen bir kaynak olmuştur.
Alevilikte insanın kutsalsayılmasının bir kaynağı olan tasavvuf, ancak bu yönüyle alınmış, positif yönü kabul görmemiştir.
Alevilikte çilecilik, insanın kendine eziyet etmesi gibi özellikler yoktur. Alevilikte evlenmemek diye bir kavram da yoktur. Bu anlayış Islamiyet’te zaten hiçbir zaman bulunmamıştır. Daha sonra ortaya çıkan çileci felsefenin bir yansıması olan mücerretlik (evlenmeme) kentlerdeki Bektaşiler arasında, ancak çok sınırlı insanlar arasında uygulanabilmiştir. Bu dünya hayatı kötülenmez. Yaşamak bir hak, bir ödevdir.
Hurufilik’in Etkisi
Alevilik Anadolu’da çok güçlü bir akım olarak yaşadığı için devletler ne kadar baskı uygularlarsa uygulasınlar, yok edememiştir. Fakat, küçük tarikatlar kolayca ezilmiştir.
Bunlardan birisi de Hurufilik’tir. Bu anlayşı sistemleştiren Fazlullah-ı Hurufi 1394 yılında Timur’un adamları tarafından Alınca Kenti’nde öldürülünce, yandaşları, Iran’dan kaçıp Anadolu’daki Alevilerin arasına karışarak varlıklarını sürdürdüler.
Alevilikte insanın kutsal olduğu inancı, Hurufilik akımının etkisiyle daha da gelişti. İnsanın yüz cizgilerinde Arap harfleri ile Allah, Muhammed Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin yazılı olduğu inancı benimsendi. Giderek bütün vücut çizgileri belirli harflere benzetildi. İnsan, Allah’la dolu, Allah yazılı bir kutsal varlık gibi çizilmeye başlandı.
Yedi büyük Alevi ozanından birisi sayılan 16. yüzyılın başlarında yaşayan Yemeni, bir şiirinde söyle der:
“Ey saci küfr-i siyah ü vey ruh-i imanımız
Dest-i kudretten yazılmış vechine Kur’an’ımız.”
(Ey siyah saçlı, imanımızın özü olan sevgili! Senin yüzüne bizim Kur’an’nımız Allah’ın eliyle yazılmıştır.)
Tanrı’nın en üstün, en mükkemel, en eksiksiz yaratış gücünün sembolü sayılan insanı renklendirmede Alevi sanatçıları büyük beceri göstermişlerdir. Bu beceriye Hurufiliğin etkisi; dolaylı olup hiçbir zaman Hurufilik temel olarak algılanmamıştır.
Alevi resim sanatında çok önemli yeri olan yüz ve vücut resimleri, aslında deforme edilen harflerden oluşmaktadır.
Hurufilik’ten aldığı bazı değerlerle kendi felsefesini besleyen Alevilik, insanın kutsal olduğu ilkesini sürekli yenilemiştir.
Kutsal olan insanı öldürmek, Alevilikte en büyük günahtır. Bu nedenle katiller asla bağışlanmazlar; toplumun dışına atılırlar.
Aleviler, yanlız insanın değil, bütün canlıların hayatına saygı duyarlar. Bu nedenle, Aleviler avcılık yapmazlar. Kasaplık da makbul bir meslek sayılmaz.
Kendini bilmek
Alevi felsefesinde, insanın kutsal niteliği, Tanrı’ya ulaşabilmek ve gerçek insan olabilmek için bireyin tanınması ön plana getirmiştir. İnsanın Tanrı’yı bilebilmesi, bulabilmesi için, kendisini bilmesi şart sayılmıştır. Bu, Alevi düşücesinde, kendini bilmek deyimi ile anlatılmıştır.
Kendini tanıyan insan, Tanrı’yı kendi içinde bulacak, yücelerden yüce olduğunu görecek, bu yüceliğin de alçakgönüllülükten, yardımlaşmaktan, bölüşmekten, doğruluktan geçtiğini görecek ve kendisini küçülterek büyüklüğünü ortaya koyacaktır. Burada, insan-i kamil denilen olgun insana ulaşma hedefi vardır. İnsansal gelişmenin son basamağı olan hakikat, kişinin özünü toprak etmesi ile (ayaklar altına sermesi) ile mümkün görülmektedir. Topraktan yaratılmış olan insanın toprak olmasi, hiçleşmesi uzakdoğu etkili bir felsefenin yeniden dukunmasıdır. Burada, dünya malı için zulüm, kıyım yapılmasına dolaylı bir tepkiyi yakalamak mümkündür.
Bu yönüyle Melameti nitelikli olan Alevi düşüncesi, insanın miskinleştirilmesi demek olan dünyadan el etek çekmek felsefesi gibi anlaşılmaktadır. Zaten; dünyadan el etek çekmek, Kur’an’ın hükümlerine de aykırıdır. Örneğin, Tahrim (66.) Suresi’nin birinci ayeti çok öğreticidir:
“Ey pegamber! Eşlerin rızasını gösterecek, Allah’ın sana helal kıldığı şey için kendine yasak ediyorsun?” diyen ayette, kadın-erkek ilişkisinde, yasaklamanın asla yerinin olmadığını, zühdün yanlış olduğu açık açık belirtilir.
Aleviler, bu nedenle, dinsel açıdan da, kendilerini, dünyanın nimetlerini en geniş anlamda tatmaya hak kazanmış görürler.
Fakat, dünya nimetlerini tatmada bencilliğin önüne set çekmenin yolu olarak kendini bilmek ilkesi yaratılmıştır.
Kendini bilen, Rabbini bilir, Rabbini bilen de kendisini...
Kendisini bilmeyen bir insanın Tanrı’yı bilmesi, gerçek bir mümin olması mümkün değildir. Bu nedenden, dinin kurallarını öğrenmeden önce, insan kendini tanımayı gündeme getirmelidir.
Biat (el ele, el Hakk’a...)
Alevilikte, biat olayı önemlidir. Biatın aynağı, Hz.Muhammed’in, Hudeybiye’de bir kiraz ağacının altında yandaşlarından açıkça bağlılık sözü almasıdır.... Peygamberin eli tutularak yapılan bu bağlılık gösterisi, Alevilikte, bir mürşide (uyarıcı, aydınlatıcı) bağlanma anlamına gelir. Bu aydınlatıcı, o kişiyi (talibi) doğru yola sokacak, ona gerçekleri gösterecek, o talip de böylece Hakk’a ulaşacaktır.
Böyle olunca, Alevilikte talip adı altında geniş bir halk kesimi, bir de onlara yön veren mürşit (dede) kesimi meydana gelmiştir....
Mürşide biat eden, bu yaptığı işle, Hz.Muhammed’e biat etmiş gibi kabul edilir. Hz.Muhammed’e biat ise Tanrı’yabiat etmek sayılır.
Bunun adına Alevilikte. “el ele, el Hakk’a” denilir....
Tanrı’ya ulaşmanın bir yolu olarak, Alevilikte pira, mürşide bağlılık sözü verilmesinin bu formülü; Alevi kitlenin bir arada tutulmasının basit ama etkili formüllerinden birisi olmuştur.
Peygambere altında biat edilen kiraz ağacı, Ömer zamanında, kutsallaştırılıyor gerekçesiyle kestirilmiş ama oradaki davranış yaşatılmıştır.
12 Imamlar
Alavilikte Sünnilikteki “imam” kavramından farklı olan bir “imam” kavramı bulunur. Bu imamlar; Hz.Muhammed’in soyundan olan Hz. Imam Ali ile başlar, iki oğlu Hasan ile Hüseyin 2. ve 3. imam kabul edilir. Sonra Imam Hüseyin soyundan gelen 9 kutlu isim daha sayılır. Bunlar; Islam’ın batıni yüzünü temsil eden ve peygamberin istediği biçimindeki bir Islam’ı bildiren ve yaşatan kişiler olarakkabul edilirler. Bunlar da tıpkı Hz.Imam Ali gibi olağanüstü güç sahibi kabul edilirler.
Alevilerde imamlar, masum ve günahsız kabul edilir. Bunların soyca Hz.Imam Ali’ye ulaşmaları ve peygambere bağlı bulunmaları şartı aranır. Aleviler; cami imamını bu anlamda bir imam kabul etmezler. Anadolu Aleviliğinin dinsel önderleri olan Seyyidlerin (dedelerin) soyca Hz.Imam Ali’ye kadar ulaştıkları kabul edilmiştir.
Haklarında şiirler yazılan (Düvazimam/Düvazdeh (12 imam) ve cemlerde besteyle okunan 12 Imamların ilki Hz.Imam Ali’dir.
Birinci imam Hz.Imam Ali
Hz.Imam Ali, Alevi felsefesinde çok önemli bir yere sahiptir. O, gerek yaptıkları, gerek yaşamıyla, Islamiyet’in gerçekleştirmek istediği insan kamil tipinin örneği olmuştur. İslam tarihinde Hz.Imam Ali’den daha mükkemel bir Müslüman örneği bulmak mümkün değildir.
Zaten Alevi felsefesinde Hz.Imam Ali, peygamberlik makamının iç yüzü sayılan imametin (velayetin) başlangıcıdır. Bu nedenle adı, Peygamber Muhammed Mustafa ile birlikte anılır.
Hz.Imam Ali, Hz.Muhammed’in amcası Ebu Talip’in oğludur. Hz.Imam Ali’nin annesi Hz.Peygamber’in atası Haşim’in oğlu Esed’in kızı Fatıma’dır. Hz.Imam Ali, Miladi 598 yılında Kabe içinde doğmuş ve Kabe’de doğan tek kişi, kendisidir. Bu yüzden, Aleviler arasında Ali’ye bağlanmak Kabe’ye yönelmek gibi kabul edilir.
Hz.Imam Ali’in babası Ebu Talip, Hz.Muhammed’i, dedesi Abdül Mütalip’in vefatından sonra yanına almış ve kendi vefatına dek onu korumuştur. Kureyş boyunun ablukası nedeniyle Müslümanların, Ebu Talip’in evinin bulunduğu mahaleye sığındıkları yıllarda Ebu Talip, Peygamber’e kötülük yapmamaları için gece nöbet tutardı. Bazı geceler, Ali’yi Peygamber’in yatağında yatırır, ona yapılacak bir saldırının Ali’ye olmasını amaçlardı. Ebu Talip, Hz.Hatice’nin vefatından üç gün önce vefat etmiştir. (619 yılı sonları)
Ebu Talip’in mükkemel bir mümin olduğunu yaptıkları ve şiirleri açık açık göstermektedir. İbn Kesir’den ilgil bölüm incelenebilir. Buna karşı Emevici yazarlar, onu kafir olarak ölmüş göstermek için yalan hadiseler uydurmuşlardır. Ebu Süfyan gibi Islam düşmanını mümin, Ebu Talip gibi mümini de kafir gösteren bu zihniyet, işte Alevi-Sünni felsefenin ayrışmasındaki işaretlerden sadece birisidir.
Hz:Imam Ali’nin annesi Fatma, Hz.Muhammed’e analık etmişti. Hz.Peygamber; onun hakkında, “Bu, benim anamdan sonraki anamdır” demiştir.
İmam Ali’nin künyesi, Ebul Hasan’dı. Peygamber ona Ebu Türab künyesini vermişti, bundan dolayı bu künyeyi severdi.
Lakabı aslan anlamına Haydar, Murtaza, Allah’ın arslanı anlamına Esedullah veya Şiriyezdan’dır. Ayrıca Emirülmüminin, Mevlalmuttakıyın gibi birçok lakabı vardı. En mehşuru Murtaza’dır. Anadolu’da Şah-ı Velayet, Haydar, Murtaza diye anılır.
Hz.Imam Ali, Hz.Fatıma’nın vefatına kadar, başka bir kadın almamıştır. Hz.Imam Ali ve Ana Fatıma’dan olan çocukları, Imam Hasan, Hüseyin ve Zeynep’le Ümmi Gülsüm’dür.
Bir kıtlık yılında, Hz.Peygamber, Ebu Talip’in sıkıntısınıgidermek için oğullarından Imam Ali’yi yanına aldı. Imam Ali küçük yaştan beri Peygamberin evinde kaldı ve onun terbiyesi altında yetişti.
Tarihi kaynaklara göre, Hz.Peygamber’e vahiy geldikten sonra Islam’ı kaqbul eden ilk kişi Hz.Imam Ali’dir. Ondan sonra Hz.Hatice-tül Kübra Islam’ı kabul etmiştir.
Aslında Alevilikte, Hz.Imam Ali’nin baştan beri Müslüman olduğu inancı vardır. Hz.Muhammed, Hz.Imam Ali’yi eliyle beslemiş, yanında yatırmış, kendi bilgisine göre yetiştirmiştir. Bu nedenle Hz:Imam Ali’nin Islamiyet’i kabulüne tarihkoymak yanlıştır.
26. Sure’nin (Şuara), “Ve en yakın akrabalarını uyar”açıklamasındaki 214. ayet inince Hz.Peygamber, eşi Hatice’ye yemek hazırlattı. Imam Ali’ye de, Abdül Mutalip soyundan olanları çağırmasını emretti. Davet edilenler gelince, Hz.Peygamber söze başlamak istedi ise de Ebu Lehep, buna engel oldu. Ertesi günü yine aynı durum ile karşılaşıldı. Üçüncü günü Hz.Muhammed, onları imana çağırdı ve “Bu işte bana kim vezir olacak?” diye sordu. Imam Ali, bu görevi kabul ettiğini söyleyince Hz.Muhammed, “Gerçekten de Ali, benim kardeşimdir, vezirimdir, vasiyimdir, içinizde halifemdir, ona itaat edin” dedi. Orada bulunanlardan, Ebu Talip’le, “Allah, oğlunun sözünü dinlemeni, ona itaat etmeni emrediyor” diye alay edenler olmuştu.
Peygamber Muhammed Mustafa, Mekke’den Medine’ye hicret edeceği gece, Imam Ali’yi kendi yatağına yatırmış, Peygambere suikastta bulunmak üzere gelenler, yatağında Imam Ali’yi bulmuşlar, Hz.Muhammed’i sormuşlar, fakat bir cevap alamamışlar ve aramaya koyulmuşlardı.
“Bakara Suresi”nin “Insalardan öylesi vardır ki, Allah rızasını almak için canını satar ve Allah, kullarını pek esirgeyendir” açıklamasındaki 207. ayeti, Imam Ali’nin, Peygamber uğruna canını vermek için onun yatağina yatması nedeni ile inmiştir.
Hicretten beş ay sonra Peygamber, Ensar (yardım edenler) denen Medineli Müslümanlarla Muhacirin (göçmenler) diye anılan Mekke’den göçen Müslümanları birbirleriyle daha da kaynaştırarak kardeş (Musahib) etti. Kardeşlik töreni bitince yanlız kalan, Hz.Muhammed ile Hz.Imam Ali idi. Imam Ali, “Ya Resulallah, ashabını birbiriyle kardeş ettin beniyse yanlız bıraktın” deyince, Hz.Peygamber “Sen , Musa’ya Harun ne kadar yakınsa, bana o kadar yakınlıktasın. Sen dünyada da benim kardeşimsin, ahrette de” dedi. Imam Ali ile Muhammed böylece kardeş oldular. Kardeşlikleri, ahrette de devam etsin istediler. Bu kardeşlik, Anadolu Alevilerinde bütün canlılığı ile temsil edilmiştir.
623 yılı Muharrem ayının yirmi birinci Perşembe günü akşamı, Peygamber tek kızı Hz.Fatıma-tüz Zehra’yı, Imam Ali ile evlendirmiştir.
Hz.Ali’nin Yiğitliği
Hicret’in ikinci yılı (624), Ramazan ayının on yedinci günü başlayan Bedir Savaşı’nda, Müslümanların sancağı Imam Ali’deydi. Savaş başlamadan, Imam Ali geceleyin, müşriklerin bulundukları yerdeki kuyudan su çekip Islam ordusuna getirmişti.
Hz.Ali, Bedir Savaşı’nda Ebu Süfyan’ın oğlu Hanzala (Muaviye’nin kardeşi), Ube oğlu Velit, Münzir oğlu Abdullah, Amr oğlu Harleme de dahil olmak üzere, saf dışı bırakılan 70 Mekkeli’den 27’si, Hz.Imam Ali tarafından öldürülmüştü.
Uhut’ta, Hz.Ali’nin yaptıkları daha da önemliydi. Uhut Savaşı’nda, müşriklerin sancağı kimin eline geçtiyse Hz.Ali onu al edip öldürmüştü.
Müşrikler, bozguna uğrayınca, Abdullah bin Cübeyr’in kumandası altına verilen ve bir geçiti korumakla görevlendirilip yerlerinden ayrılmamaları emredilen okçular, ganimet hırsına düşerek yerlerinden ayrıldılar. İslam ordusu, Halit bin Velit’in bu geçitten hücumuyla bozulup dağıldı. Abdullah şehit düştü. Hz.Hamza da şehit edildi. Peygamber’in yanında Imam Ali ile birkaç kişi kaldı. Peygamberi bırakıp kaçanların arasında Osman ile Ömer de vardı. İmam Ali Peygambere saldıranlarla çarpışmaktaydı. O gün tam on altı yara almıştı. Ashabın, tekrar Hz.Muhammed’in yanlarında toplanmaları, Imam Ali’nin sayesinde olmuştu.
Hendek Savaşı’nda, yiğitlikte bir orduya bedel sayılan Abdu Vedd oğlu Amr, Müslümanlardan, kendisiyle savaşacak birisini istemişti. Fakat hiç kimse kendisinde, , ona karşı koyacak cesareti bulamadığından, sesini çıkaramamıştı. İmam Ali kalkıp “Ya Resulullah brn gideyim” demişti. Ve çıkıp Amr’ı öldürmüştü. Bu başarıyı Peygamber çok ululamıştı.
Hicretin yedinci yılının başlarında, Hayber’e gidildi. Savaşta sancak, Ebu Bekir’e, ertesi gün Ömer’e verildi; fakat Hayber alınamadı. Hz.Peygamber “Yarın sancağı öyle bir kişiye vereceğim ki o, Allah’ı ve Resul’ünü sever. Allah ve Resul’ü de onu sever, o, kaçmaz, fethetmedikçe de geri dönmez” dedi.
Peygamber, sabahleyin Hz.Imam Ali’yi çağırdı, sancağı ona teslim etti. İmam Ali o gün, kalenin kapısını söküp savaşta kalkan olarak kullandı ve Hayber fethedildi.
Huneyn Savaşı’nda, pusuya düşürülen Islam ordusu bozulmuş, Peygamber’in yanında yanlız Imam Ali, amcası Abbas ve birkaç yakınından başka kimse kalmamıştı.
Hevazin Kabilesi, tam hücuma kalkerken Hz.Ali, önlerini kesti, kara renkli bayraklarını taşıyan Ebu Cervel’i öldürdü, bayrak yere düştü, saldırganları püskürttü. Peygamber, “Tandır şimdi kızdı” dedi. Hz.Peygamber’in yanında toplanan sahabe hücuma geçti ve müşrikler bozguna uğradılar.
Hicretin dokuzuncu yılı Zilhicce’sinde, Kur’an’ın 9. Sure’sindeki ilk ayetler inince, Hz.Muhammed, bunlardaki emirleri Mekkelilere bildirmek ve Hac etmek üzere Ebu Bekir’i üç yüz kişiyle Mekke’ye göndermişti. Kafile yoldayken Hz.Ali’yi çağırdı, Ebu Bekir’e yetişmesini, emirlerini Mekke’ye kendisinin bildirmekle görevli olduğunu söylemesini ve Mekke’ye inip halka bunları bildirmesini söyledi. İmam Ali’yi kendi devesine bindirip gönderdi. Imam Ali,Cuhfe’de Ebu Bekir’e ulaştı ve Hz.Peygamber’in emirlerini bildirdi. Mekke’ye doğru devam etti. Ebe Bekir, geri dönüp Medine’ye geldi ve Hz.Muhammed’e “Benim için bir şey mi indi?”diye sordu. Hz.Muhammed, “Allah tarafından, bu emirlerin bizzat benim tarafımdan, ya da benden, Ehl-i Beytim’den olan biri tarafından bildirilmesi emredildi” dedi.
Bu olay, Hz.Ali’nin yerinin, bütün sahabelerden apayrı olduğunu göstermesi bakımından öğreticdir.
Gadir-u Hum Olayı
Hz.Muhammed, ömrünün son günleri yaklaşırken, Makke’ye, Veda Haccı diye anılan ziyaret gitti. 140 bin Müslümanla birlikte Medine’ye dönerken, Gadir-u Hum denilen vahada Maide Suresi’nin 67. ayeti indi. Ayet şöyledir:
Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış olursun. Allah, seni insanlardan korur. Doğrusu, Allah kafirlere yol göstermez.”
Ayetin anlamı çok çok önemli... “Tanrıın isteklerini bildirmezsen elçilik görevini yapmamış olursun” deniyor. Ve Hz.Muhammed’in çekinmesi için “Allah, seni insanlardan korur” diye güvence veriliyor.
Hz:muhammed, ayeti alır almaz ileri gidenleri çağırttı.
Tüm kafile bir araya gelince, Peygamber deve semerlerinden yapılan yüksek bir konuşma kürsüsüne çıktı. Tarı’ya şükrettikten sonra, “Ey insanlar, ahrete göçmekte hepinizden ileride bulunuyorum. Orada benimle buluştuğunuz zaman, sizden iki paha biçilmez şeyi soracağım. Bunlardan biri, Allah’ın kitabıdır. İkincisi, benim Ehl-i Beytim” dedi. Daha sonra kalabalığa sordu: “Ben, inanan her erkek ve kadının mevlası mıyım?”
İnsanlar, “Evet ya Resulullah” dediler.
Bunun üzerine Hz.Muhammed, yanına çağırdığı Imam Ali’yi sağ yanına alarak elini tutup yukarı kaldırdı. Orada hazır bulunanların anlattığına göre, ikisinin de koltuk altları görüldü. Allah’ın Resulü bu arada: “Men küntü mevlah ve haza Aliyün mevlah” dedi. Hz.Muhammed, kalabalığa, “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.” Diyerek, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde vasi olarak kişiyi göstermiş oldu.
Hz.Muhammed; kendi öldükten sonra yerine Hz.Ali’nin geçeceğini açık açık Tanrı emri olarak belirtikten sonra; “Alleh’ım, onu seveni sev, sevmeyeni sevme. Ona yardımcı olana yardım et. Gerçeği her yerde ona yoldaş kıl” diye Imam Ali için dua etti.
Hz.Muhammed, orada bulunanların tümüne kendi hanımları da dahil Imam Ali’ye biat ezmeleriniemretti. Ordakiler bu emre uydular. Ömer, gelip şunları söyledi: “Kutlu olsun, ne mutlu sana ey Ebu Talip oğlu. Bugün, benim ve her erkek ve kadın müminin mevlası oldun” diye Imam Ali’yi gözle görünür bir heyecanla kutladı. Ebu Bekir de kutlamaya katılmıştı.
O arada “Maide Suresi”nin 3. ayeti inmişti: “Bugün size dininizi btünledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım. Din olarak sizin için Islamiyet’i beğendim.”
Gadiri Hum’da Hz:Muhammed’in yaptığı konuşmayı, sahabeden üç yüze yakın kişi bizzat kulaklarıyla duyduklarını söylemiştir. Imam Ali, halife Ömer’in ölümünden sonratoplanan şurada, Hz.Muhammed’in Gadiri Hum’da yaptığı konuşmayı naklettiği zaman, on dördü Bedir Savaşı’na katılmış olan otuz sahabe tanıklık etmiştir.
Gadiri Hum olayı, Sünni bilginlerin kitapları da dahil olmak üzere, yüzlerce kitapta doğrulanmıştır.
Hz.Imam Ali’nin Eşitlikçiliği
Halk tabakalarının Ali çevresinde toplanmalar; onun adaleti ve eşitliği temsil etmesinden kaynaklanmıştır.
Hz.ımam Ali halife olunca, hazineye atadığı Ammar’a, kimsenin başka bir kimseden üstün olmadığını bildirip herkese üç dinar vermesini emretti. “Bana bile üç dinargetir” dedi. Beytülmalde üçyüz bin dinar bulundu; yüz bin kişiye dağıtıldı. Hiçbir kimsenin öbüründen üstün tutulmaması, bazılarına ağır geldi.hatta Sehl bin Huneyf bile “Ya Emirülmüminin! Bu, dün benim kölemdi; bugün azzat ettim onu! Ona ne verdiysen bana da onu verdin” dedi. Hz.Imam Ali, “Evet sana ne kadar verdiysem, ona da o kadar verdim” dedi.
Talha, Zübeyr, Abdullah bin Ömer, Said bin AS ve Mervan, ayrıca Kureyş’ten bazı kimseler de buna razı olmadılar. Velit bin Utbe de bunlardandı. “Osman’ın verdiği kadar vermezsen, seni bırakır, Şam’a gider Muaviye’ye katılırım” dedi. Talha, Zübeyr ve Abdullah, memurlara, “Bunu, siz mi yapıyrsunuz, Emirülmüminin mi?” diye sordular. Memurlar dediler ki: “Biz onun emri olmadan bir şey yapamayız.”
Bunun üzerine, Imam Ali’yi aradılar. Hz.Imam Ali’nin güneş altında, tuttuğu bir işçiyle çalışmakta olduğunu gördüler. “Hava çok sıcak, şuraya gidelim” dediler, bir gölgeliği gösterdiler, Imam Ali, “peki” dedi, gölgeliğe sığındılar, konuşmaya başladılar. “Bizim Resulullah’a yakınlığımız var, savaşlarda bulunduk. Ne Ömer böyle verirdi, ne Osman. Sen bizi herkesle bir tutuyorsun” dediler.
Hz.Imam Ali, “Benden önce mi müslüman oldunuz?” diye sordu “Hayır” dediler. Daha sonra, “Peygamber’e siz mi yakınsınız, ben mi?” diye sordu. “Onun senden daha yakını yok; fakat biz de ona ayak uydurduk, müşriklerle savaştık” dediler. Hz.Imam Ali “Benim kadar mı savaştınız” dedi. “Hayır” dediler. “Senin gibi savaşan yoktur.”
Bunun üzerine, Hz.Imam Ali “Andolsun Allah’a, benimle işçim arasında bile bir fark gözetmem ben” dedi.
Ertesi günü, Talha’yla Zübeyr’in oğlu Abdullah da geldi, Imam Ali’yi kınamaya koyuldular. Bunlar, , kendilerine verilen parayı da almamışlardı.
Ammar, “Imam Ali’ye karşı bütün insanlar birleşseler, ben gene elimi ona veririm. Şehadet ederim ki, Peygamber’in, Allah’ın emriyle gönderildiği günden beri, ondan üstün tuttuğu kimseyi bilmiyorum”dedi.
Bu hali duyan Imam Ali, Ammar’la Zübeyr’i ve Taha’yı çağırtı. Konuştular, her ikisi de, “Bizimle konuşmadan niçin bu işi yaptın?” deiler. Bunun üzerine Imam Ali onlara, “Yenbu’da malım var, isterseniz size onları vereyim” dedi. Onlar da kabul etmediler. Kufe ve Basra valiliklerini istediler.
Imam Ali, “Oyunuza başvurmam gerekebilir, benimle kalmanız daha doğru” dedi. Bu sz üzerine Talha ve Zübeyr umre etmek üzere Mekke’ye gideceklerini söylediler. Imam Ali, “Siz umre etmeyi değil , hıyanette bulunmayı koruyorsunuz. Beyatten dönmeyin, Müslümanların birliğini bozmayın” dedi. İkisi de dönmeyeceklerine dair söz verip onun yanından ayrıldılar. Fakat sözlerinde durmayıp isyan bayrağını çektiler.
Hz.Ali, bu çıkarcıları Cemel savaşı ile tepeledi. Fakat Şam Valisi Muaviye’yi ezmek için topladığı ordusu zayıfladı. Sıffın’da Muaviye ile giriştiği savaşı da kazanmak üzereyken Harici adı verilen ayrılıkçı anarşistlerin dayatması sonucu, hakeme başvuruldu. Muaviye’nin hakemi Amr Ibnül As, Hz.Ali’nin hakemi Ebu Musa el Eşari’yi kandırdı. Bu kandırma olayı şöyle oldu: Amr Ibnül As, hakemliklerini üstlendikleri her iki insanın da bu davranışlarıyla ortalığa zarar verdiklerini söyleyerek Musa’yı ikna etti.... Bu insanın Musa,parmağındaki yüzüğü çikararak, “Bu yüzüğün parmağından nasıl çıkarıyorsam, Ali’yi de halifelikten öyle alıyorum” dedi ve yüzüğü yere koydu... O anda yüzüğü kaparak parmağına takıveren Amr, “Bu yüzüğü parmağıma nasıl geçiriyorsam Muaviye’yi de halifeliğe öyle geçiriyorum” dedi... Ve Imam Ali’nin halifeliği, bu hiç beklenmeyen aldatmacayla sona ermiş oluyordu. Hakeme baş vurulmasını isteyen Hariciler bu sonuçtan Hz.Ali’yi sorumlu tutunca, Imam Ali, onlarla savaşa tutuştu. Nehrivan’da 10 bin civarında Harici öldürüldü. Fakat, başkent Kufe’de 661 yılında bir Harici olan Abdurahman ibn-i Mülcem, Hz.Imam Ali’yi zehirli kılıçla ibadette iken başından yaraladı ve şahadetine sebep oldu.
Kitap: Türk Aleviliği
Yazar: Rıza Zelyut
Ekleyen: Seyyid Hakkı