Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. Seyyid Hakkı, 1965 Dersim doğumlu ve Ehli Beyt yazarı, Seyyid Seyfettin Ocağı evlatlarındandır. Aşk ile Canlar...
Seyyid Hakkı
Seyyid Seyfeddin Ocağı

Alevi Dosyası 8

Alevi Dosyası -8-

İzzettin DOĞAN (1)

Prof. Dr. İzzettin Doğan kimdir?

1940 yılında Malatya’nın Kırlangıç köyünde doğdu. İlkokulun bir bölümünü Malatya Gazi İlkokulunda tamamladıktan sonra orta ve lise eğitimini Galatasaray Lisesinde tamamladı. Yüksek öğrenimini bitirdiği İstanbul Hukuk fakültesinde “Devletler Umumi Hukuku” kürsüsünde asistanlık yaptı. Birleşmiş Milletlerin (BM) açtığı sınavı kazanarak aldığı bursla Cenevre’de BM’ hukuk komisyonunda 6 ay çalıştı. Fransa’nın Nancy kentinde 1,5 yıl süren çalışmalar sonucunda “Devletin Milletlerarası Antlaşmalardan Doğan Hak ve Borçlara Halefi yeti Sorunu” konulu doktora tezi ile “Hukuk Doktoru” unvanını aldı. İstanbul Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ile çok sayıda üniversitede Devletler Umumi Hukuku ve Avrup Ekonomik Topluluğu Hukuku alanında dersler verdi. İstanbul Üniversitesi’nde Profesör olduktan sonra 1994 yılında Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesine Profesör olarak atandı. Cem Vakfı Genel başkanı, Alevi Vakıfları Federasyonu onursal başkanı, Cem Radyo ve Cem TV kurucusu.

“Zorunlu din dersi’nin günahı Kenan Evren Paşa’nın”

Prof. Dr. İzzettin Doğan, zorunlu din derslerini 1983 Anayasası’na Kenan Evren’in koydurduğunu açıkladı. AKP iktidarının temelinde bu derslerin yattığını savunan Prof. Dr. Doğan “ Bunun günahı Kenan Evren ve arkadaşlarınındır” dedi.

Kenan Evren etrafındaki üçüncü sınıf siyasetçiler tarafından yönlendirildiğini iddia eden İzzettin Doğan, MDP kurucusu olmayı merkezde bir parti kurulacağı gerekçesiyle kabul ettiğini, ancak seçime dahi girmediğini söylüyor…

Cem Vakfı Genel Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan ile İstanbul’daki evinde görüştük. “ Her soruma yanıt vermeyebilirsiniz ”diye açık çek vermeme rağmen “ Bugüne kadar hiçbir soruyu yanıtsız bırakmadım” diyen Prof. Dr. İzzettin Doğan dediğini yaptı ve tüm soruları samimiyetle yanıtladı. Zorunlu din derslerinin Kenan Evren ve arkadaşlarını sorumlu tutan Prof Dr. İzzettin Doğan, siyasi parti kurma sinyali veriyor, Alevilerin en son partisiz seçim olduğunu söylüyor. Yıllar önce AABF Başkanı Turgut Öker’e milletvekili olmak istemesi halinde kendisini destekleyeceğini söylediğini açıklıyor. Geçtiğimiz seçimlerde MHP’yi de adres gösteren Prof. Dr. İzzettin Doğan MHP ile barışılmasını istiyor. 12 Eylül sonrası generallerin kurdurduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi kurucuları arasında yer alan İzzettin Doğan, 12 Eylül sonrası döneme ilişkin ilginç açıklamalar yapıyor. Prof. Dr İzzettin Doğan12 Eylül Anayasasını hazırlayan Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı  ile “ Zorunlu Din Dersleri “ ile ilgili yaptığı konuşmayı ilk kez Milliyet’e açıklıyor ve Zorunlu Din derslerini bizzat Kenan Evren’in ve arkadaşlarının Anayasaya koydurduğunu söylüyor. AABF Genel başkanı Turgut Öker ve arkadaşları ile yaptığı görüşmenin ayrıntılarını açıklıyor. Prof. Dr. İzzettin Doğan ilk kez Diyanetin kaldırılmasını söylüyor, ama peşinden de kaldırılamazsa diyanetin yeniden yapılanması gerektiğini savunuyor. Türkiye’de siyasetin merkezinin Diyanet İşleri Başkanlığı olduğunu iddia eden Prof.Dr. İzzettin Doğan ile yaptığımız söyleşiyi ilgi ile okuyacağınızı düşünüyoruz.


Osmanlı’da dışlanmış bir Alevi Toplumu oluşturuldu

Bir hukuk profesörü olarak, Alevilerin Türkiye’deki hakları noktasında ne diyorsunuz?

Temel hak ve özgürlükler dahil, bütün bunları yaparken bir şey ortaya çıktı ki, Türkiye’de Aleviler diye büyük  bir kitle vardı ve inanç bazında, “Alevilik” kapsamı içinde  hiçbir hakları hiçbir özgürlükleri yoktu. Hala insanlar aleviyim demekten korkuyor çekiniyorlardı. Çünkü Türkiye ‘de Alevilik deyince, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1517 den sonra başlayan bir akımla Alevilerin Türk soylu Türkmen boylarının hem imparatorluğun merkezinden uzaklaştırılmaları, hem siyaseten uzaklaştırılmaları, hem de sosyolojik olarak ya Sünnileştirilmeleri, Sünnileştirilemiyorlarsa da bunların mümkün olduğunca etkisiz hale getirilmelerini sağlamak Osmanlının önemli politikalarından birisiydi. Bunun sonucu olarak sadece hukuki planda bunların imha edilmesi yeterli görülmemiştir, aynı anda ona rağmen tüketilemiyorsa, bunların toplum gözünden küçük düşürülmek suretiyle dışlanmış bir Alevi toplumu oluşturuldu.

İşte “ bunlar anne bacılarını tanımazlar, bunlar ibadetleri sırasında mum söndürürler, bunların kestikleri yenmez, ektikleri biçilmez, bunların eşleri, malları, mülkleri başkalarına helaldir” şeklinde verilen Şeyhülislam ya da Kadı fetvalarıyla toplumda dışlanmış alevi kesimi oluşturuldu.

Kürsüde inanç özgürlüğünü anlatırken, bunun Alevilere tanınmadığını görmeye devam ediyordum…

Cumhuriyetle birlikte bu durum…

Aleviler kurtuluş savaşında Mustafa Kemal’in yanında yer almışlardır. Cumhuriyete tam destek vermişlerdir, sadece yanında yer almamışlar, mallarını, mülklerini vermişlerdir Ve o kadar ki Mustafa Kemal’in devrim kanunlarını çıkartırken sağına ve soluna iki tane Alevi büyüğü alarak, Atatürk’ün kafasındaki reformlarını yapabilecek kitlenin Aleviler olduğunu teşhis etmiş olması dahi, benim ders verdiğim dönemlerde sanki gözden kaçmıştı. Aleviler bu ülkede laik cumhuriyetin kurulmasına destek vermişlerdi ama yine de toplum nazarında Osmanlının yarattığı imajın değiştirilmesi için öyle pek de çaba gösteren ortada görülmüyordu. Bir taraftan da ben kürsüde bunun temel hakların temel özgürlüklerin özellikle inanç özgürlüğü gibi en masum özgürlüğün ama batı demokrasilerinin temel özgürlüğünü oluşturan inanç özgürlüğünün bu insanlara tanınmadığını görmeye devam ediyordum. Birilerinin bu şeyi kırması gerektiğinin ve bu perdeyi aralaması gerektiğini bu perdeden çıkan gerçeğin de halkın tümüne, Alevi’sine, Sünni’sine Şakisine bu ülkede yaşayan herkese verilmesi gerektiğini ve tanıtılması gerektiğini düşündüm.

Aleviliğin doğuş yeri Anadolu değildir

Aleviler içinde farklı yorumlar olduğu biliniyor. Sizin Alevilik anlayışınız…

Alevilik nedir, Aleviliğin İslam anlayışı nedir, nasıl doğdu, nasıl gelişti? Bu soruların yanıtı ki, çok kişinin bildiğinin tersine, Aleviliğin doğuş yeri Anadolu değildir. Bu büyük bir cehalet örneğidir, yani Aleviliğin Anadolu da çıktığını söylemek. Anadolu’da bu işin kaynağını aramak bilgisizlikten kaynaklanıyor. Çünkü Anadolu bugün üzerinden yaşadığımız topraklarda belli bir tarihten önce bir tek Müslüman, bir tane de Türk yoktur. Orta Asya kökenli insanların göçebe kavimlerin oradaki kuraklık ve moğol istilası nedeniyle orada tutunamayıp yeni bir yurt arama kaygılarının sonucudur. Maveraünnehir dediğimiz,  yani Siriderya ve Amuderya nehirleri arasındaki topraklarda yaşayan ve yaşamlarının tarım ve hayvancılıklar geçiren kavimlerin 100–150 sene süren göç macerasından sonra, yani Türklerin Anadolu’ya gelmeleri, Anadolu’da Türk köyü kurmaya başlamaları. Anadolu’ya gelen Türklerde beraberlerinde inançlarını ve İslamiyet’i getirdiler. Gelenler İslam’dı, bunların kendi anlayışlarını Anadolu’ya getirmeleri 10 – 11. asırda gerçekleyen bir olaydır. Ondan önce ismine Anadolu dediğimiz coğrafyada herhangi bir Türk ve herhangi bir Müslüman’a rastlamak mümkün değildir. Anadolu o zamanlar Hıristiyan’dır.

Aleviliğin bugününe gelirsek…

Eğer tarihsel süreci bilmezsek, bugün ortaya çıkartılan, ortaya çıkan kargaşayı izah edemeyiz. Bir kaç tane cahil cühelanın “efendim bu Anadolu’nun kendi kültürüdür, Anadolu’nun kendi inancıdır” gibi tarihten tamamen kopuk, sosyoloji bilimden tamamen kopuk bir noktaya taşınmaya çalışılmasını ve onun arkasında yatan nedenleri bilemezsiniz. Bu küçük tarihsel girişten sonra Anadolu’nun bugün hala ilk Müslümanlaşma hareketinde ve Orta Asya göçlerinin Türkiye’ye intikalindeki giriş kapıları Kısas ve Dersim’dir. Yani Urfa ve Tunceli’dir. Hala Kısas önemli ölçüde Aleviliğin tüm yönleriyle yaşatıldığı bir yerdir ama dört tane köy kalmıştır. O dönemden Urfa Alevi iken kala kala dört tane Türkmen köyü kalmıştır. Onlardan biri de Kısas tır. Kısas Aleviliğin önemli yerleşim merkezlerinden biridir o tarihte, 11. asırda.

Başınız kesilir politikasının sonucunda 4 tane Alevi köyü kalmıştır

Söylediğinizden yola çıkarsak, kala kala dört tane Alevi köyünün kalması asimilasyonun bir sonucu değil mi?

Tamamen asimilasyon değil, baskı bu şiddet. Cebir kullandılar. Osmanlı’nın Sünni İslam anlayışının bir sonucu. Yani ya Sünniliği kabul edersiniz ya başınız kesilir politikasının sonunda bugün Urfa’da kala kala dört tane Alevi köyü kalmıştır. Tunceli’ye dokunulamamıştır çünkü Tunceli coğrafyası itibarı ile dağlık ve insanları fevkalade homojen ve geldikleri bölgenin tümüyle yani Orta Asya’nın gelenek ve göreneklerini muhafazada çok daha savunmalı bir bölge olduğu için Tunceli Sünnileştirilememiş mesela. Orada hala halk büyük ölçüde Alevi gelenek ve inançlarını icra etmeye devam eder. Ama Tunceli’de başka bir olay sahiplik yapmaya çalışmaktadır, devletin Tunceli’ye olan ilgisizliği nedeniyle. Kürtçülük hareketi Tunceli’de önemli ölçüde boy atmıştır. Ama yerli Tuncelililer değil Diyarbakır’dan gelip Tunceli’ye sahip çıkmaya çalışanlar kendilerine göre Tunceli’yi Kürtleştirmeye çalışanlar bugün Tunceli’ye musallat olmuşlardır. Ama tarihi gerçek Tunceli’nin de, Urfa’nın da Asya göç olayının ilk uğrak merkezi ilk yerleşim merkezi olduğudur.

Eşit şartlara sahip vatandaş olmazsanız siyasi iktidarın karşısında yer alırsınız.

Alevilerin dağ başlarında, merkezi otoriteden uzak bölgelere yerleşmeleri bu bahsettiğiniz baskının ürünü değil mi?

Evet,   1517 den sonraki baskılar Cumhuriyet’e kadar devam etmiş, Mustafa Kemal’in ortaya çıkışı, Türkiye cumhuriyeti devleti kuralım düşüncesiyle birlikte bu olayda değişmeye başlamış.

Alevi yurttaşlar dağ başlarında köylerini kurmak zorunda kaldıktan sonra, 1920’lerden sonra 1950’lere geldiğimizde, dağ başlarından dağ eteklerine, oradan yol boylarına kasabalara ve nihayet sonunda da büyük şehirlere inmişlerdir. Aleviler iş bulabilmek, aş bulabilmek ve daha korkusuzca bir hayat yaşayabilmek, çocuklarını eğitimsiz bırakmamak ve onları okutabilmek için büyük şehirlere doğru göçe başlamışlarıdır. Başta İstanbul olmak üzere, Ankara, İzmir, Adana, Mersin gibi şehirlerin önemli ölçüde Alevi göçü almaya başladığını görüyoruz. Almanya’nın bir milyonun üzerinde bir Alevi göçü aldığını biliyoruz. Alevilerin bu şekilde bu ülkenin hukuken yurttaşları değilmiş muamelelerine tabi olmuş olmaları,  sağ -sol hareketlerinde belirli bir tavır almalarını, eğer iktidar hala kendilerini kucaklamıyor, hala eşit şartlara sahip vatandaş olarak görmüyorsa-  ister istemez siyasi iktidarın karşısında yer almaya doğru ittiğini görüyoruz. Eşit şartlara sahip vatandaş olmazsanız siyasi iktidarın karşısında yer alırsınız. Bu Almanya’da da aynı şekildedir. Orada Alevi yurttaşlar Sünni yurttaşlar hiçbir fark olmaksızın genelde de sosyal demokrat partilere oy verirler.  Neden? Çünkü sosyal demokrat partiler savundukları ilkeler gereğince daha kucaklayıcı yabancı yerli ayrımı yapmayan -en azından teorik olarak-  ve insanları insan olarak kucaklamayı hedef alan bir teoriyi siyasette hayata geçirmeyi hedef almışlardır da onun için.

Aleviler size göre Türkiye’de neden eşit koşullarda yaşamıyor?

Çünkü bu insan doğasıyla politika arasındaki ilişkiyle ilişkilendirmek gerekir.Türkiye’de de yerleşik iktidar, hep Alevileri görmezlikten geliyor. Türkiye’deki iktidar  “ bunlar mum söndürür, bunlar anne bacı tanımazlar” yaklaşımıyla ülkeyi yönetenlerden yana bir iktidarsa, ister istemez Alevilerde onun tersindeki siyasi akımlara oy verir hale geliyorlar. Nedir o? Türkiye’de 1950 den bu yana genelde çoğulcu demokrasiye geçişte bu yana,  kendilerine sağ etiketi yapıştıran iktidarlar genelde iktidara oldular. Onlar da genelde Aleviliği Alevileri görmezden gelen iktidarlardır. Böyle olduğu zaman da Aleviler onun karşısında olan yani sol etiketini yapıştıran iktidarlara oy verdiler.

12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında Kenan Evren’in kurdurduğu MDP ’nin kurucularından olmanız sol çevrelerce eleştirildi. O dönemi açar mısınız?

1980 askeri ihtilalından sonra, 82 Anayasasının halk tarafından onaylanmasından sonra ordunun, daha doğrusu siyasi iktidarı icra eden askeri yönetimin sivil demokrasiye yeniden dönüş arzusu isteği vardı. O günkü askeri yönetimin yeni bir siyasi parti kurulması ve başka siyasi partilerin de yarışa girmesi kararı var. Bunlardan bir tanesi kendilerinin kuracağı bir siyasi parti olacak, diğeri de yeni siyasi partiler olacaktı. Askeri yönetim bu kararı alırken, kendisinin kurduracağı siyasi partinin aynı zamanda iktidara gelmesini istiyor,  böylece de ihtilalı yapmış olan insanları yargılamayacak onların kendilerini güven içinde hissedebilecekleri bir partinin iktidara gelmesini istiyor.  Askeri yönetim boyunlarını tabiri caizse güvenerek teslim edebilecekleri bir siyasi partinin iktidara gelmesini istiyorlar. Bunu yaparken de kendilerine göre Türkiye’de sözüne güvenilir, laik cumhuriyetten yana olan, Atatürk ilkelerini benimsemiş insanlardan kurulu olmasını istiyor, 43 kişi. Bunlardan bir tanesinin benim olduğuma karar veriliyor, bana o zamanki sayın Başbakan Bülent Ulusu tarafından davetiye çıkartılıyor. Bende görüşmeye gittim.

Karşı olduğum iki kelimedir sağ ve sol

Bu görüşmede ne konuştunuz?

Görüşmemizde, Alevi-Sünni, Türk-Kürt ayrımının bundan sonraki Türk siyasal ve sosyal yaşamında çok önemli bir rol alacağını, eğer Alevi-Sünni, Türk Kürt ayrımının ortadan kaldırılması konusunda bir katkımın olması arzu ediliyorsa,  böyle bir katkımın olabileceğini, o zaman da benim partinin kurucusu olmamın bir manası olabileceğini söyledim. Aksi takdirde benim partinin kurucusu olarak gelip, Ankara’da üniversiteden ayrılıp Ankara’da görev almamın fazla yarar getirmeyeceğini kendilerine söyledim, onlarda kabul ettiler. Bana “ Tamam hocam bizim de yapmak istediğimiz bu. Bize yardımcı olmanızı arzu ediyoruz” dediler. Bu görüşmede bir başka şart daha koydum. Kendilerine “Türkiye’de siyasi partilerin aralarındaki mücadelenin sağ ve sol kavgasına dönüşmesi, Türkiye’de nefes alınamayacak siyasal ve sosyal ortamın doğması bütün yurttaşların neredeyse zorunlu bir şekilde sağcı ya da solcu kamplara bölünüp bir iç savaşa doğru gidilmesini önlemek için siz müdahale ettiniz. Öyle değil mi?” dedim. Bana “Evet öyle” dediler. Ben de  “O zaman bu siyasi partinin hem sağ, hem sola karşı olarak kurulması, yani yerinin merkez olması gerektiğini, eğer bir merkez parti politikası yürütülecekse gelebileceğimi söyledim. Benim hayatım boyunca karşı olduğum iki kelimedir sağ ve sol. Sağı ve solu İçi  boş, manası değişen, insanları birbirine kırdırmak sonucunu doğuran iki tane siyaset bilminin keşfettiği işe yaramaz kelime olarak kabul etmişimdir. O nedenle ben bu her iki kelimenin karşısında duracak Atatürk ilkelerine bağlı merkezde yani akıl ve bilimle ülkeyi yönetmeye talip olacak, akıl ve bilmin de kendi yöntemlerini ortaya koyarak yönetecekleri bir Türkiye istiyorsanız, orada ben olurum dedim. Mutabık kaldık ve ben MDP’nin kurucu üyesi oldum, ancak bu üç ay sürdü.

Niye üç ay sürdü?

Turgut Sunalp Paşa’nın bana karşı tüm sevgisine ve saygısına rağmen kendisine  “ Paşa bu sizin işiniz değil yakından gördüğüm kadarıyla siz bu işi götüremezsiniz. Yozgat’ta gazeteci size ‘Paşam milliyetçi sağdaki boşluk nasıl doldurulacaktır’ diye soruyor. Siz hemen atlıyorsunuz ‘Milliyetçi sağda boşluk yoktur, biz varız’ diyorsunuz. Hani sağ ve sol terimlerini kullanmayacak, onlara karşı olacaktık” diye söylüyorum. Bana “ Arkadaşlar MHP kuvvetlidir dedi,  ben de onlara bir çiçek attım” diyor. Turgut Sunalp Paşa dış politikaya ilişkin “Ben bu Rus keratalarını tanırım, bunlar eskiden beri İstanbul’a çariçe derlerdi, onun için amaçları İstanbul’u almaktır, ben bunların ne domuz olduğunu bilirim”  filan gibi yaklaşımlarla dev bir güce karşı siyasi bir parti olarak açıklamalar yapıyor. Kendisine “Dış politikanızı bu husumete dayandırırsanız, bunlar başımıza çok belalar açar. Ermeni meselesini açar, Kürt meselesini açar, Sünni çatışması açar. Bunlar süper güç. Sovyetler Amerika’nın batı bloğunun karşısındaki en muhteşem güç ve ona düşmanlık üzerine bir siyasi parti kuruyorsunuz bu yanlıştır “ dedim.  Kendisine son olarak “Ben bu konularda ders veren bir insanım, onaylamıyorum. Onun için beni bağışlayın, ben ayrılıyorum. Üç parti meclise seçime girdiği için size bu halk ancak 3. parti rolü verecektir” dedim.

Kurucusu olduğunuz MDP’de seçime girmediniz yani…

Evet, seçime de girmedim. Size söylediğim kurucular kurulunda 1,5 saat süren konuşmamın, söylediğimin özetinin özetidir. Kurucular kurulunda 1,5 saat süren bir konuşma yaptım. Bu konuşmamın sonunda “ Ben Türk halkını tanıyorsam bu parti tuzla buz olacak” dedim.

Askerlerin önerdiği partiler genellikle pek itibar görmüyor…

Dağılıyor. Sebebi şu. Askerler arasında çok iyi niyetliler var, ama askerler siyasetin sosyolojisini bilmiyorlar, çünkü kendi alanları değil. Yani her asker de Atatürk olmuyor, mesele orada. Ama her asker kendisi Atatürk zanneder, sorun orda. Yoksa askerleri ben çok yakından tanıdım, beraber çalıştığımız dönemler oldu, fevkalade saf temiz duyguları olanlar var, ama 3. 4. sınıf sivil politikacılar tarafından hemen çembere alınıyor ve belirli bir süre sonra hâkimiyet onlara geçiyor. Tokmak onlarda gibi görünüyor, ama öyle değil. Tokmak 3. 4. sınıf sivil siyasetçilerin elinde.

Evren’i etrafındaki siviller yönetiyordu

Bugün Kenan Evren’in yargılanmasını isteyenler var...

O dönemi yakından yaşayanlardan birisi olarak biliyorum. Sayın Kenan Evren’in de, kurmaylarının da çevresini saranları yakından gördüm,  onun için etraflarını 3. 4. sınıf politikacılar sarmıştı, onlar yönlendiriyorlardı. Askerler yönlendirdiklerini kabul etmiyorlardı, çünkü onlar Kaf Dağı’nın arkasında,  ulaşılmaz, astığı astık, kestiği kestik, zannettikleri insan rolündeydiler. Ama aslında tamamen ipin ucu o sivil siyasetçilerin elindeydi. Yakından gördüm kendim. Partinin göstermiş olduğu aday listelerine bakın bir gazeteci olarak hayretler içinde kalırsınız. MDP’nin ki güvenlik konseyinin onay verdiği ve iktidara getirmek istediği ve onun için kurdurduğu bir parti 3. olabilmiş. Beş parti seçime girseydi 5. olurdu. Neden bu hale geldi. Çünkü MDP’nin 5 genel başkan yardımcısı vardı. Kendi aralarında aldıkları kararla, bu karar aldırtan da siviller, askerler her birisine 20 kontenjan tanımışlar. Beş tane 20’i 100 eder. 100 tane sadık insanı olacak. Kapıcısı, çanta taşıyıcısı, şoförü bunlardı aday olanlar. Sayın Kenan Evren’in siyasetle ilgili fazla bir bilgisi olduğunu zannetmiyorum. Siyaset biliminin bilgileri yok. O asker olunca, insanın kafasını yarıp da, kepçe ile bilgi aktarmıyorlar ki.  Evren’de  “ ben böyle söyledim böyle de olur, ben ne söylüyorsam doğru olan odur” yaklaşımı hakimdi, öyle zannediyordu. Askerlerin, onların yanlışı buradaydı. Ve onun hatıratında da yazıyor, 4. cildinde, İzzetin Doğan diye birisi çıktı, diyor. Fakat ne söylediyse şayanı hayret biçimde doğru çıktı, diyor. Çünkü, dedim, tuzla buz olur sizin kurduğunuz parti. Dostlar ve yarenler partisi kurmuşlardı. MDP Türk halkının partisi değildi. Türk halkının partisi olmak üzere kurulan bir parti idi.

Zorunlu Din Derslerini Kenan Evren anayasaya koydurttu

Zorunlu din dersleri de 12 Eylül’ün ürünü değil mi? 1982 anayasasında yer almasına ne diyorsunuz?

İmma Hatip Okulları da var. O dönemde imam hatip okullarının yanında,  ondan daha önemlisi din derslerinin mecburu hale getirilmesidir anayasada. Ben bunu anayasayı hazırlayan zatla konuştum. Bunu ilk defa siz duyuyorsunuz. Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı’yla,  Prof Dr Orhan Aldıkaçtı hazırlamıştı anayasayı, Allah rahmet etsin.  Mümtaz Sosyal da vardı sanırım.  Ama asıl mimarı Aldıkaçtı’ydı, onun sorumluluğunda yürütülen bir anayasa çalışmasıydı. Bir gün kendisine “Nasıl böyle bir yanlış yaptınız” diye sordum. Çünkü onun hanımı Hıristiyan’dır. Karısı İsviçrelidir.  Kendisine “ Siz İsviçre’de tahsilini yapmış, Galatasaray mezunu, üniversitede anayasa hukuku dersleri veren bir hoca olarak, siz laik bir cumhuriyet yapısına nasıl din derslerini mecburi hale getirip, anayasaya monte ediyorsunuz? Böyle bir yanlışı nasıl yaparsınız?” diye sordum.  Prof.Dr. Orhan Aldıkaçtı “Şerefim üzerine yemin ederim, o hükümle ilgili ben çok direnmişimdir, o, ben anayasayı kendilerine hazırlayıp teslim ettikten sonra, Kenan Evren ve gurubunun koydurduğu bir hükümdür” dedi. Bunu yapmak için gerçekten de, ne siyaset, ne sosyoloji ne de uluslararası politika bilmek gerekmiyor.

Bütün bunların günahı Kenan Evren ve arkadaşlarınındır.
   
Sonuçta Alevi çocukları zorunlu din derslerine girmek zorunda kalıyor…

Bugün bakın o konuda benim ana düşüncelerimden bir tanesidir. Bugünkü bütün siyasi yapının değişmesinde, Türk siyasetenin yavaş yavaş İslami çizgilere doğru gitmesinin altında yatan en önemli olay, din derslerinin mecburi olarak anayasaya konmuş olması ve bu din derslerinde Suudi anlayışlı Sünni İslam’ın, yani Emevi İslam anlayışının resmi bir şekilde Türk çocuklarının tümüne okutulmuş olmasıdır. Bunun sonucudur, yoksa bugünkü AKP iktidarını izah edemezsiniz. İzah edersiniz ama lafı güzahtır. Nedir kaynağı?  1982’de doğan bebek bugün 25 yaşındadır. Hangi eğitimle büyümüştür? Dini eğitimle büyümüştür. Hangi dini eğitimle? Kenan Evren ve arkadaşlarının 1982 anayasasına koydukları din dersleri mecburiyeti ile yapılmış olan, elde edilmiş olan bir eğitimle. Burada ne vardır? “Din her şeyden önemlidir. Din her türlü gerçeği söyler. Kuran en büyük anayasadır. Çünkü tanrı kelamıdır. Tanrı kelamından hiçbir insan yapısı Anayasa üstün olamaz” Böyle bir şey doğru olabilir mi? Bütün bunların günahı Kenan Evren ve arkadaşlarınındır.

Yani 1982 Anayasa’sının yarattığı insan tipi veya tipleri bugünü belirledi mi diyorsunuz?

Gayet tabi hiç şüpheniz olmasın. Eğer 82 anayasasını doğru tahlil edemezseniz, din dersleri mecburiyetinin yarattığı insan tipini eğer göremezseniz, bugünün sonuçlarını izah edemezsiniz ve yapacağınız izahların hepsi afaki izahlar olur. Gerçekçi bilimsel izahlar olmaz.

Siz Cem Vakfı Genel Başkanısınız. Sizin dışınızda da Türkiye’de bir ABF var, yurtdışında AABF var.  Alevilerin konumu nedir?

Benim temsil ettiğimi söylediğiniz tablo doğrudur. Bu tablo yüzde 98’dir. AABF nin orada çıkarttığı gürültülere bakıp, bir halk desteğine sahip bir kesim, diye bakarsanız yanılırsınız. Bunu şu da ortaya koyuyor. Bu arkadaşlarımızın “Alevilik İslam dışıdır” diye savunan kesimin ortaya koyduğu düşüncenin halkta gördüğü itibar yüzde 1’dir yüzde 2’de değildir. Bu seçimlerde aday oldular hepsi aldıkları oyları üst üste koyun binde ile ancak izah edildiğini görürsünüz. Binde birdir binde ikidir.

Aday olmak onlarında tabi hakkı, temel haklarını savunuruz. Temel haklar varsa, onlar için de var. Onların da hakkıdır “Alevilik şudur, budur” demek onların da hakkıdır. Ama bu hak derken, kimin adına söyledikleri, hangi amaçlarla söyledikleri önemli. İnanarak mı söylüyorlar, belki de inanarak söylüyorlar, bilgileri o kadar. Neden? Çünkü tarihi kökten ayrılmış kopmuş durumdalar. Alevilik İslam dışıdır, demek için zır cahil olmak lazım.

AABF ’nin programında “Aleviliği İslam dinini kendine göre yorumlayan…” deniyor.

Hayır, onlar da aynı, aynı şeyleri savunuyorlar, sonra halktan itibar görmeyip, halk bunları kovmaya başlayınca, ondan vazgeçtiler, Alevilik bilmem İslam içidir, biz öyle bir şey demedik, dediler.

Bakın, onların başında olan eski muhterem dostumuzdur,  Allah rahmet eylesin. Ali Doğan’a okuttular böyle bir şeyi, eline verip. İlk o söylemişti, ABF’nin Başkanı söylemiştir, Alevilik İslam dışıdır, diye. Bunu söylemek için cahil olmak yetmez, zır cahil olmak lazım. Sonra ben sert reaksiyon gösterince, vatandaşlar da uyanmaya başladı, bu adam ne saçmalıyor, diye. 1300 yıllık, 1400 yıllık tarihsel bir gerçeği, iki tane zıpır çıkıp ortaya tarihi sapıtacak, olacak şey mi?

Temsil ettiğinizi söylediğiniz” Bu tablo yüzde 98’dir”i biraz açar mısınız?

Hayır, ben fikri yapıyı anlatıyorum. Bu benimle ilgili bir güç ne çağrısında ne de yorumunda hayatımda bulunmadım, ben sadece sade bir yurttaşım. Alevi İslam’ın doğru İslam anlayışı olduğunu ve bu ülkeyi Müslümanlaştıran, balkanları da Müslümanlaştıran ve Türkleştiren hareketin kaynağının Alevilik,  Aleviliğin İslam anlayışı olduğunu savunan kişiyim Türkiye’de. Şimdi insanlar yavaş yavaş uyanıyor o noktaya geleceklerdir, Sünni’si de gelecek, Alevi’si de gelecek. Niye gelecek? Çünkü doğru bu.  Tarafsız gözlerle baktığınız zaman, bir bilim gözüyle baktığınız zaman geleceğiniz nokta odur. Yoksa Şair Yesevi ile Yunus Emre nin şiirleri arasındaki o paralelizmi başka nasıl izah edersiniz? Ya da Hacı Bektaşi Veli’nin,  Ebu’l Vefa’nın Horasan’dan çıkışlarını, Niş abur’dan çıkışlarını, Mevlana’nın Belh ten çıkıp Anadolu’ya gelişlerini buradaki yaklaşımlarını önemli ölçüde geliştirerekten 700-800 yıl hala birer abide gibi yaşatılmasını nasıl izah ederseniz?

İnançsal anlamda Alevi toplumunun yüzde 98’ini temsil ettiğinizi söylüyorsunuz. Doğru mu?

Tabii böyle anlayabilirsiniz. Tabii Aleviliğin benim tarafımdan yapılan tanımı. Yüzde 98–99 da diyebilirsiniz. Çünkü aldıkları oylara bakarsanız… Madem bilimsel bir zeminde konuşuyoruz, gider vatandaşın önüne çıkar. Vatandaş eğer oy veriyorsa, düşüncesini benimsiyordur. Başka manası yoktur oy vermenin. Halkın önüne çıktılar, bağımsız aday olanlar oldu. Ankara’dan aday olanlar, buradan aday olanlar…

CHP’den aday adayı olanları CHP aday göstermedi…

Ama onların destekledikleri adaylar oldu. Bana da geldiler. Ben karşı da koymadım.

Size gelen Alevi adaylar kimlerdi?

Müsaade ederseniz onu söylemeyeyim. Arkadaşlara aslında arzu ederdim destek vermeyi ama destek verecek durumu olan yoktu.

 

Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. * YouTube, Alevilikte inanç-Seyyid Hakkı kanalımız: https://www.youtube.com/user/YediDeryaSohbeti62 * YouTube, Hakk Dergahı TV kanalımız: https://www.youtube.com/@hakkdergahitv8618 * Facebook, Hakk Dergahı muhabbet grubumuz: https://www.facebook.com/groups/244039227002241 * Fcebook, Hakk Dergahı Ilim Irşad sayfamız; https://www.facebook.com/profile.php?id=100057353323519 * WEB sayfamız, Alevilikte Inanç-Seyyid Hakkı; https://www.alevilikte-inanc.de/ * Facebook, Seyyid Hakkı özel sayfamız; https://www.facebook.com/SeyyidHakkiAL/ Aşk ile Canlar...